Salgın sürecinde yaşananlar makro ekonomik göstergelere zarar verdi. Enflasyon, kur ve cari açık gibi. Fiyat istikrarı ve finansal istikrar olmadan Türkiye ekonomisinin sağlıklı büyümesi ve kayda değer miktarda istihdam oluşturması mümkün değil. Bozulan göstergeleri düzeltmek için ağustosta yeni bir dengelenme sürecine girilmişti. Cari açıkta hafif toparlanma emareleri görülse de enflasyon ve kur beklentilerindeki kötüleşmenin önüne geçilemedi. Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın çarşamba günü yaptığı açıklamalar gösteriyor ki enflasyon ve cari açığı kalıcı olarak düşürmek için daha sıkı bir mücadeleye girilecek. Gerekirse acı reçete uygulanacak.
Türkiye ekonomisi son 7 yılda çok büyük badireler atlattı. Bu badirelerin çoğu ekonominin dışında gelişen dışsal faktörlerdi. 17-25 Aralık, darbe girişimi, Suriye ve Rahip Brunson meselesi gibi. Ekonomiyi ayakta tutmak, şirket iflaslarının önüne geçmek ve vatandaşı karamsarlığa sürüklememek için büyüme öncelikli bir strateji izlendi. Krediye dayalı büyümenin yan etkileri oldu. 2018'deki YEP'te makro istikrara yeniden vurgu yapılsa da o program tamamlanamadı. Araya koronavirüs girdi.
Enflasyon ve cari açıkla mücadeleyi erteleyebilecek zamanımız kalmadı. Salgın sonrası değişmesi muhtemel olan uluslararası üretim ve ticaret ağlarından daha fazla yararlanabilmek adına birçok ülkenin ekonomilerindeki zayıf yönleri geliştirmeye çalıştığını biliyoruz. Türkiye'nin de ekonomik rehabilitasyona ihtiyacı var. Amerikan seçimleri sonrası dünya genelinde jeopolitik dengelerin yeniden gözden geçirilmesi söz konusu. Bu mücadelenin neden olabileceği stresleri önceden hesap edip ekonominin bağışıklığını güçlendirmek gerekiyordu. Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın yaptığı kritik konuşmayı bu hususlar çerçevesinde değerlendirmeliyiz.
MERKEZ BANKASI DENGELENMENİN MERKEZİNDE
Ekonomideki dengelenme rüzgârı kendini en çok para politikasında hissettireceğe benziyor. TCMB'nin bekle-gör stratejisinin istikrarı sağlama noktasında yeterli kalmadığını son haftalarda gördük. Yeni dönemde TCMB daha proaktif davranabilir. Küresel ekonominin içinden geçtiği dönemin doğası gereği zaten fazla olan belirsizliklere yenilerini eklememek için daha şeffaf ve öngörülebilir para politikasıyla yola devam edilebilir. Başkan Ağbal ilk açıklamasında bu hususun altını çizdi. Politika faizi üzerine kurulu bir oyun planı görebiliriz. Para politikasının enflasyon ve cari açıkla mücadelede tek başına yeterli olmayacağını sıkça vurguluyorum. Bu sorunların kökten çözümü için finansman, teknoloji ve enerjideki dışa bağımlılığımızı azaltacak yapısal politikaları hayata geçirmeye devam etmeliyiz.
ESNEK ÇALIŞMA BAŞKA BAHARA KALDI
Esnek çalışmanın teşvik edilmesine yönelik maddeler sendikaların talepleri doğrultusunda istihdam paketinden çıkarıldı. Esnek çalışmayı bu köşede sıkça destekledim. Aynı zamanda emeğin ekonomik pastadan aldığı payı ve adil gelir dağılımını gözeten politikaların önemine de defalarca vurgu yaptım. Sendikaları anlıyorum. Esnek çalışmanın suiistimal edilerek çalışanların haklarının gerileyebileceğinden endişe ediyorlar. Ancak, sadece resmi olarak çalışanları düşünerek hareket edemezsiniz. Dışarıda kalmış, yani kayıt dışı çalışan veya iş bulamayan büyük bir kitle var. Politikaları tasarlarken onların da geleceği düşünülmeli. Teknolojik gelişmeler ve insanların değişen tercihleri, esnek çalışmanın dünya genelinde yaygınlaşmasına neden oluyor. Bu alanda oldukça geride olduğumuz için yeterine istihdam yaratamıyoruz. Tabi ki beşeri sermayesinin zirvesinde olanlara ve ailesine daha iyi koşullar sunmak isteyenlere yönelik yüksek maaşlı ve istikrarlı tam zamanlı işlerin daha fazla ortaya çıkması için uğraşalım. Ancak, sendikaların da yaşı veya kişisel/ailevi tercihlerden dolayı esnek çalışmaya gönüllü insanların olduğunu unutmamaları lazım. İşverenlerin ise çalışanlarına daha makul çalışma saatleri ve ücretler sunmaları durumunda şirketlerinin üretkenliğinin ve karlılığının düşmeyeceğini anlamaları gerekiyor. İşverenler, çalışanlar ve sendikalar arasında sosyal mutabakatı mümkün olduğunca sağlamak için bu meseleyi biraz daha derinlemesine tartışmaya ihtiyacımız olabilir. Ancak, kaybedilecek çok da zaman kalmadı. Değişimlere ayak dirersek kaybederiz.