Trump, 2020 yılında seçimleri kaybettiğinde, dünyada liberal demokratik değerlerin ve daha barışçıl politikaların artacağını, belirsizliklerin azalacağını söyleyenler çoğunluktaydı.
Uluslararası kurumların işlevinin artarak kural temelli anlayışların öne çıkacağı çokça söylendi. Onlara göre, Trump'ın seçilmesi geçici bir sapmaydı. Tekrar seçilmemesi için Amerikan müesses nizamı, Biden döneminde gerekli önlemleri alacaktı. Dört yıllık Trump döneminde yaşanan sapma, restore edilecekti. Böyle olmadı.
Şimdi aynı çevreler, Trump'ın seçilmesini kitlelerin, "demokrasiye duyduğu tiksinti" ile açıklıyorlar. Amerikan halkının "vahim bir hata" yaptığını söylüyorlar. The New York Times, Amerikalıların "demokrasiyi koruması" için neler yapması gerektiğine ilişkin şimdiden bir "öneri seti" yayınladı.
Amerikan elitleri, bir taraftan kendi ülkelerinde kuralsızlık, keyfilik, iç karışıklık gibi tehlikelerden endişelenirken, diğer taraftan "dünyanın daha kötüsüne hazır olması" gerektiğine dair felaket senaryoları yazıyorlar.
Dünyanın, birinci Trump döneminden daha kötüsüne hazır olması gerektiğini söyleyenler, dört yıl önce söylediklerini çabuk unuttular. Öngörülerinin hiç biri tutmadı.
Dünya Trump döneminde kötüydü de Biden iktidarında daha mı iyiydi?
Bu sorunun cevabı yeterince açık. Soykırım, bizzat Biden yönetiminin işbirliği, teşviki ve cesaretlendirmesi ile ortaklaşa yapıldı. İnsanlık, Filistinlilerin işgalci İsrail tarafından soykırıma uğramasını canlı yayında seyretti. Biden döneminde uluslararası kurumların ve hukukun tekrar eski işlevine kavuşacağını söyleyenler, İsrail'in katliamlarına ses çıkarmayarak, insanlık tarihinin bütün birikimlerinin yok olmasına alkış tuttular.
Filistinlilere, savaş, açlık, yerinden edilme gibi yöntemlerle yapılan soykırım, ABD'de meclisinde saatlerce ayakta alkışlandı. Demokratik değerlerin dünyada erozyona uğradığını söyleyip bunun üzerinden ülkelerin seçilmiş hükümetlerine parmak sallayanlar, soykırımı alkışlayanların ta kendisiydi.
Trump'ın seçilmesiyle dünyanın daha kötüye gideceğini söyleyenlerin tek derdi, liberal kapitalist düzenin işleyişinde yaşanacak sapmalardan endişe duymaları. Kendilerinin ve ülkelerinin geleceğinden endişelenmeleri onları ilgilendirir. Bu çevrelerin kaygılarının dünyanın geleceği ya da geri kalanı ile ilgili olduğunu pek zannetmiyorum.
Trump'ın ikinci döneminin ilk döneminden çok da farklı olmayacağını kestirmek zor değil. Bu konuda sadece İsrail politikasına bakmak yeterli. İlk döneminde, Kudüs'ü İsrail'in başkenti olarak tanımış, büyükelçiliğini buraya taşımış ve Golan Tepeleri üzerindeki İsrail'in egemenliği kabul etmişti. Dolayısıyla da gerginliği tırmandırarak bir anlamda bugünün taşlarını döşemişti.
Dünyanın bir yerinde soykırım yaşanırken, geri kalanın güllük gülistanlık olması beklenmez. Dünya bugün daha kötüye gidiyorsa, batı merkezli uluslararası sistemin bunda payı büyük. Harris seçilseydi, kötüye giden mevcut düzende radikal bir değişim olmayacaktı. Trump'ın ikinci döneminde neler olacağını, ilk dönemine bakarak tahmin etmek zor değil. Uluslararası sistemde Amerikan üstünlüğünün devamı için rakiplerine karşı yıkıcı rekabet daha da artacak. Bu yıkıcı rekabette, kimin nerde konumlandığına bağlı olarak uluslararası sistemin geleceği şekillenecek.