Cumhurbaşkanı Erdoğan, 30 Ağustos'ta Külliye'de yaptığı konuşmada, İsrail'in "bölgesel savaş planına" vurgu yapmış ve "bölgesel gerilimlerin" Türkiye'yi etkileme potansiyeline dikkat çekmişti. Bu konuşmada, "iç kalede gedik açılmadığı müddetçe", bölgesel krizlerin Türkiye'ye kalıcı zarar veremeyeceğini belirtmişti.
Cumhurbaşkanı Erdoğan sonraki farklı konuşmalarında, "iç cepheyi çökertmeyi amaçlayanların odaklanacağı yere" işaret etti. "Birlik ve beraberliği sağlamlaştırma" çağrısı yaptı. "İsrail saldırganlığı karşısında, içeride ve dışarıda çatışma alanlarının değil, uzlaşma alanlarının öne çıkması"nın gerekliliğini gündemde tuttu.
Erdoğan bu çağrıları yaparken, aynı zamanda İsrail yönetiminin saldırganlığının "dini bir fanatizm" ve "vaat edilmiş topraklar hezeyanıyla" vatan topraklarını da hedef aldığını tekrarladı. İşgal yönetiminin gelecek hesaplarına dair şu uyarısı önemliydi: "İsrail'in, Filistin ve Lübnan'daki saldırılarını çok yakından takip ederken, Irak'ın ve Suriye'nin kuzeyinde, bölücü örgütü maşa olarak kullanmak suretiyle, nasıl birer küçük uydu yapı kurmak istediğini de çok net görüyoruz."
İsrail'in saldırganlığı bölgede jeopolitik ve güvenlik dengelerini sarstı. Bölgesel savaşın daha da genişleme riski devam ediyor. Bölgenin bu "yeni gerçekliğinin" bir takım ciddi sonuçları olacak. Bundan en çok etkilenmesi muhtemel ülkelerin başında Türkiye geliyor.
İşte böyle bir risk analizinin de sonucu olarak, MHP lideri Devlet Bahçeli, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın da sözlerine atıfla, "bölgemizin içinde bulunduğu gerilimli atmosferde siyasi rekabeti, siyasi husumete dönüştürme teşebbüslerine izin vermeyeceğinize inanıyorum" diyerek, "yeni bir döneme" girildiğini söyledi. "Dünyada barışı isterken kendi ülkemizde barışı sağlamak lazım" sözleri ile DEM partililere el uzattı.
Hem Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın hem de MHP lideri Bahçeli'nin, bu "yeni dönem" vurgusu farklı açılardan tartışılıyor. Özellikle muhalefete yakın çevreler, bu açıklamaları "yeni bir çözüm süreci"nin başlayıp başlamayacağı tartışmasına indirgemiş durumda.
Yine bazı çevreler, Cumhur İttifakı'nın iç kaleyi sağlam tutmaya, iç kırılganlıkları azaltmaya, birlik ve beraberliği pekiştirmeye dönük atılan bu yeni adımları, etkisizleştirme çabası içinde.
Kimi yakın dönem yapılan karşılıklı sert açıklamaları gündeme getiriyor, kimi de bu çağrıları, iktidarın 2028 seçimlerine yönelik yeni bir hamlesi olarak değerlendiriyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan ve MHP lideri Bahçeli'nin açıklamalarının "sıradan" bir çağrı olmadığı açık. Her iki lider de bu yeni siyaset anlayışının heba edilmemesi gerektiğini belirttiler.
Siyasetin bu yeni çağrısını bir fırsat olarak görmek gerekiyor. Yapılan açıklamaları, mecrasından saptırarak en baştan rasyonel olmayan büyük beklentilere dönüştürmek, süreci zehirleyebilir. Geçmişin tecrübelerinden yararlanmak bu anlamda önemli.
Burada DEM partililere büyük iş düşüyor. DEM, bu çağrıları Türkiye partisi olma ve terörle arasına mesafe koymanın yeni bir safhası olarak değerlendirmelidir. Daha önce yaptıkları gibi, bölgesel gerilimi ve krizleri, PKK/ PYD terör örgütünün alan kazanmasının sahte bir yanılsımasına girmemelidirler. Çünkü, Arap ayaklanmaları sonrası Suriye ve Irak'ta oluşan güç boşluğunu bir fırsat olarak görüp, ABD başta olmak üzere batılıların verdiği akılla, Çözüm Sürecini bitirmek için kullanmışlardı. Suriye'de oluşan güç boşluğunu, ayaklanma çağrıları ve terör yöntemleri ile sözde özerlik ilanının bir imkanı olarak görmüşlerdi.
Her iki liderin çağrısının özünde, bölgesel risklere atıf vardır. Barış ve huzur iklimini derinleştirmek öncelikli amaçtır. Oluşan bu uzlaşma iklimiyle birlikte, toplumsal mutabakatın imkanı artacak ve demokrasiyi güçlendirecek adımlar da atılabilecektir.