Cumhurbaşkanı Erdoğan yükseköğretim akademik yılı açılış töreninde konuştu. Üniversitelerin bugün ve dünü ile ilgili bazı karşılaştırmalar yaptı. Kendi iktidarları döneminde üniversite sayısını 76'dan 208'e çıkardıklarını söyledi. Üniversite sayılarının artmasıyla öğrenci sayısı, 2 milyondan 7 milyona çıkmış durumda.
Son yıllarda üniversite sayılarının artması ve yüksek öğretimin kitleselleşmesi üzerinden yürüyen bazı tartışmalar var. Yükseköğretimin kitleselleşmesinin kaliteyi düşürdüğüne yönelik argümanlar önemli bir yekûn teşkil ediyor.
Bu tartışmalar üniversitelerin yetkinlik ve kalitesinin artmasına yönelik rasyonel bir zeminde yürüdüğünde olumlu çıktılar üretebilir. Ancak mevcut tartışmalar, çoğunlukla sadece üniversite ve öğrenci sayısının artması üzerinden yapıldığı için siyasal pozisyonlara hapsoluyor.
Nicelik üzerinden bir tartışma yürütüldüğünde önce bir takım gerçekliklerin ortaya konması gerekir. Türkiye'de 76 üniversite varken, üniversite kapılarında büyük bir yığılma vardı. Üniversite girişte yığılmanın artması başka sorunları da beraberinde getiriyordu. Her yıl milyonlarca öğrenci üniversite kapısında yığıldığı için, yıldan yıla talep daha fazla artıyordu. Bu da üniversiteye girmek için yıllarca dershanelere gidilmesi ve ortaöğretimin asıl işlevinin yozlaşması gibi sonuçları doğuruyordu.
Üniversite sayılarının kısa bir dönem içinde sayılarının artması doğal olarak bazı olumsuz sonuçları ortaya çıkarmıştır. Ancak bu sorunun kaynağı, çok uzun süre üniversite sayılarının kademeli olarak artmamasının ve üniversite kapısında büyük bir yığılmaya, zamanında çözüm üretilmemesiyle ilgiliydi.
Eğer üniversite sayıları kademeli olarak artsa ve üniversite kapılarında yığılma yıllara sari olarak azaltılsaydı bugün yaşanan sorunları konuşmuyor olabilirdik. Özellikle üniversiteye gidip-gitmenin hangi sonuçları ortaya çıkardığının zaman içinde anlaşılması, aile ve öğrenciler açısından karar verme süreçlerini daha rasyonel zemine çekebilirdi.
Üniversiteye gitmek doğrudan iş bulmakla eşitleyen bir kültür oluştuğu için aileler ve öğrenciler de meseleye bu zaviyeden baktı. İş dünyasının bakış açısı da farklı değildi.
Üniversitelerin kalitesinin artması ve üniversiteye gidip gitmemenin ne tür sonuçlar ürettiği ile ilgili bir geçiş dönemindeyiz. Üniversite oluşan talep konusunda oluşan kültür zaman içinde değişecek. Bu değişimin başladığını da görmek mümkün.
Bugün üniversitelerde bazı bölümlere rağbet azalıyor. Hatta bir çok üniversite, bölümlerin ikinci öğretimini kapattı. Üniversiteler arasında kalitenin artırılmasına yönelik rekabet de gün geçtikçe artıyor. Kalitesini artırmayan üniversitelere yönelik tercihler zamanla azalacak. Önce bazı bölümler, sonrada belki de özellikle vakıf üniversitelerinde küçülme ve kapanmalar yaşanacak. Dolayısıyla geçiş döneminde olduğumuz için bu rekabetin olumlu anlamda sonuç üretmesi için zamana ihtiyaç var.
YÖK'ün 2021 yılında başlattığı araştırma üniversiteleri uygulaması bile üniversiteler arasında rekabeti artırdı. Araştırma üniversitesi sayısı 23'e yükselmiş durumda. Araştırma üniversitelerinin kriterlerini yerine getiremeyenler, bir alt lige düşüyor. Yeterliklere ulaşanlar ise yükseltiliyor. Türkiye'nin bilimsel yayında 29. sıradan 17. sıraya yükselmesinde bu rekabetin payının olduğunu belirtelim.
Bu geçiş döneminde üniversiteler arası rekabette, olumsuz sonuçlar doğuracak uygulamalara da dikkat etmek gerekir. Özellikle, öğretim üyeleri arasında rekabetin sadece "belirli bir yayın türü" ve "dar kapsamlı belirli projelere" odaklanılması, öğrenci yetiştirmeye dönük motivasyonları azaltabilir. Üniversitenin kültür aktarımı ve topluma yönelik fayda sağlama rolünü de geri plana itebilir.
Bugün tüm dünyada üniversitelerin geleneksel misyonları değişiyor. Dijitalleşmenin getirdiği imkanlar artıyor. Değişen iş kollarının gerektirdiği yetkinlikler farklılaşıyor. Bu değişime ayak uyduran, bilimsel yayın çeşitliliğinde öne çıkan ve öğrencileri hayata hazırlama konusunda farklılaşan üniversiteler ayakta kalacak. Rekabet edemeyen üniversite ve bölümlere zamanla talep düşecek.