Yıllar boyunca cilt araştırmacıları, kronolojik yaşlanma (yaş aldıkça kendiliğinden oluşan yaşlanma, içsel yaşlanma) ve çevresel yaşlanma (dış etkenlere bağlı yaşlanma) arasında bir ayrım yapmıştır. Vücudunuzdaki diğer tüm organlar gibi cilt de genetik olarak önceden programlanmış şekilde hücre içi değişimlerinin sonucu olarak yaklaşık 20 yaşına geldiğinizde yaşlanmaya başlar. Ancak cildi diğer organlardan ayıran şey; bu yaşlanmanın yanı sıra, özellikle güneş ışığı ve kirlilik gibi dış hasarlara da açık olmasıdır.
DOĞAL YAŞLANMA HIZLANIR
Çevresel etkiler; kötü beslenme, fazla alkol tüketimi, sigara içme ve belirli ilaçların kullanımı gibi kendi kendimize verdiğimiz zararları da kapsar. Bahsi geçen bu çevre etkileri, doğal yaşlanma sürecini hızlandıracak biyolojik değişimlere yol açar. Yaşlanmanın görülebilir izlerinin yüzde 80 ile 90 kadarının çevreden gelen zararlardan meydana geldiği ve geri kalan yüzde 20 civarının da bir zamanlar etki alanımız dışında olduğunu düşündüğümüz içsel yaşlanma faktörlerinden kaynaklandığı tahmin edilmektedir. Yaşlanırken gördüğümüz hasarların büyük kısmının güneşe çıkma ve atmosferdeki kirlilik nedeniyle ortaya çıktığı biliniyor. Genel görüşten ayrıldığım nokta, içsel ve dış etkenlere bağlı yaşlanma arasında kesin bir çizgi bulunmadığını düşünmemdir.
Hatta bu hasar verici güçlerin karşılıklı bağımlı olduklarını bile düşünüyorum. Tüm çevresel etkenler vücudun içsel yaşlanmasında bir etkiye sahiptir. Vücudun zararlarla başa çıkma becerisinin azalması, dışsal hasarlara karşı savunmasızlığını artırır. Elbette, cildi en ciddi çevresel saldırıdan -güneş ışığına aşırı derecede maruz kalma- korumak ilk önce güneşten korunma ürünlerini kullanmakla başlar. Ancak cildin savunma mekanizmaları, doğru beslenmeyle içeriden de güçlendirilebilir.
CİLDİNİZ KENDİSİNİ ONARIR
Yaşlanma karşıtı programın en önemli özelliği, cildinizin iç yapısını geliştirerek en iyi şekilde işlev görmesini sağlamasıdır. Sonuç olarak yaşlanmanın gözle görülür izleri ortadan kalkacaktır. Ama buradaki asıl amaç, cildinize sağlıklı bir yapı sağlayarak, cildinizin kendi kendini onarmasına olanak tanımaktır. Program tek bir bileşenden değil, antiaging adımlarının bir kombinasyonundan oluşur:
Suyu çeken ve tutan moleküllerle deri hücrelerini nemlendirir.
Serbest radikalleri, cilt yapısına zarar vermeden önce, belirli antioksidanlarla etkisiz hale getirir.
Rahatlatıcılar ile enflamasyonu önler ve böylelikle serbest radikallerin de azalmasını sağlar.
Amino asitler, mineraller, vitaminler ve diğer besinler ile bağ dokudaki hasarları onarır.
Yağ asidi gibi kilit besinler yardımı ile hasar görmüş hücre zarlarını onarır ve su kaybını önler.
Enflamasyon, Alzheimer'dan kalp rahatsızlıklarına ve diyabete kadar pek çok hastalık ile ilişkilendirilir. Ve hatta kırışıklıklarla da. Enflamasyon vücudun kendisini yaralanma veya istilalara karşı korumasının bir göstergesi olarak karşımıza çıkar.
Damarlar genişleyerek besin, oksijen, su ve diğer savunma hücrelerini o alana göndermek için çaba sarf eder. Bu sebeple de enflamasyon olan bölge kırmızı ya da kabarmış gibi görünür. Özellikle de uzun bir süre boyunca devam ettiğinde bu aktivitenin çok daha kötü bir yanı vardır.
ENFLAMASYONU AZALTMAK GEREK
Vücutta enflamatuar süreçte görev alan kimyasallar, sonunda hücrelerde yıkıcı bir etkiye neden olarak yüksek miktarda serbest radikal oluşumuna yol açar ve su kaybını tetikler.
Cilt, sağlığın gözle görünür bir göstergesidir ve bu sebepten enflamasyon gibi sağlığı tehdit eden konuları incelemek için oldukça elverişlidir.
Elbette en net çevresel enflamasyon örneklerinden biri güneş yanığıdır. Güneşin ultraviyole radyasyonuna maruz kalmak, cilt altındaki hücresel savunma mekanizmalarının harekete geçmesini tetikler. UVB ışınları epidermisteki canlı hücrelere saldırır. UVA ışınları daha uzundur ve daha derine nüfuz ederek, damar duvarları da dahil olmak üzere dermisteki yapılara saldırır ve zarar verir.
GÜNEŞ CİLDE ZARAR VERİR
Enflamasyonla başa çıkmak özellikle gençken çok önemlidir çünkü enflamatuar tepkilerin en aktif olduğu zaman gençliktir.
Bu dönemde sadece hücreleriniz savunmasız değildir, aynı zamanda önünüzde hasarın etkilerinin birikmesiyle geçecek uzun yıllar vardır. Bu yüzden 20'li yaşlarda maruz kaldığınız güneşin, 50'li yaşlardaki kırışıklıklara neden olduğunu okuduğunuzda bu; 20'li yaşlarda kumsalda daha çok vakit geçirdiğinizden değil 20'li yaşlarda cildiniz daha tepkili (reaktif) olduğundandır.
Kendinizi güneşten korumak, enflamasyon azaltmaktaki en bariz ve etkili adımlardan biridir. Yaz-kış olabildiği kadar az güneş ışınına maruz kalmak ve güneş koruyucu kullanmak gerekir.
HÜCRE DIŞI SIVI VE ŞİŞLİKLER SAĞLIKSIZDIR
İnsanlarla su prensibi ile ilgili konuştuğumda genelde kadınlar tarafından bana sorulan ilk soru "Vücutta su tutmanın neresi iyi olabilir ki?" oluyor.
Bu sorunun nedeni çoğu insanın hücrelerin içerisindeki su (hücre içi sıvı) ile hücrelerin dışındaki suyu (hücre dışı sıvı) karıştırmasıdır.
Her ikisi de cilt için faydalı olsalar da fazla hücre dışı sıvı sağlıksız olabilir ve çoğunlukla çekici gelmez. Mesela gözaltlarındaki torbalar, karın ve ayak bileklerindeki şişmeler, fazladan hücre dışı sıvı birikimine örnektir ve vücudun suyu doğru şekilde idare edemediğinin ve aynı zamanda hücre zarlarında hasara yol açtığının göstergesidir. Bu hasar; damarlar, kalp, cilt, karaciğer veya kaslar dahil olmak üzere herhangi bir yerde ortaya çıkabilir.