Kim ne derse desin Suriye'de, Türkiye için öncelikli ve önemli "iki konu" var. 1- YPG/PYD terör yapılanmasının tasfiyesi. 2- Yeni yönetime bir şans tanınması. Yani, balayı günleri geçtikten sonra ortaya çıkabilecek yönetsel sorunların en az maliyetle aşılması. Devlet hizmetlerinin sürdürülebilmesi, hissedilir belediyecilik faaliyetlerinin başlaması. Böylece "kapsayıcı geçiş hükümeti" oluşuncaya ve "kurucu meclis" işbaşı yapıncaya kadar mevcut yönetimin meşruiyetinin ayakta tutulması.
Şu ana kadar uluslararası toplum, "birleşik Suriye" ortak paydasında buluşmuş, HTŞ'nin ismine ve geçmişine endeksli yaklaşımı geride bırakmış görünmekte. Ancak, Suriye'deki karmaşık aktörler ve çatışan çıkarlar yüzünden muhtelif fay hatlarının kırılması her zaman ihtimal dahilinde. Bilhassa, Rusya ve İran'ın yıllardır angaje oldukları Esad rejiminin çöküşüne tanık olup askeri ve paramiliter unsurları ile (!) sahadan çekilmesi, yarın Suriye ile ilgilenmeyecekleri anlamına gelmiyor. Bu nedenle Suriye'de hükümet ve meclis düzeninin hızla tesisi, kurumsallaşması ve ülkenin uluslararası müdahaleye olabildiğince kapalı hale gelmesi son derece mühim.
***
Şu anda bizim (!) muhalefetin tetiklediği "Suriye'de kazanan-kaybeden" tartışmasına takılıp kalmanın bir manası yok. Genel tabloya "kazanan Suriyeliler" diye bakmak yeterli. Kaldı ki ABD Dışişleri Bakanı, AB Komisyonu Başkanı, Katar Emiri ve Lübnan Başbakanının Ankara ziyaretlerinin yanı sıra Rusya, Avusturya, Fransa devlet ve hükümet başkanları ile gelişen telefon diplomasisi Suriye merkezli gelişmelerde Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın "anahtar rolünü" bir kez daha teyit ve tescil etti. Uluslararası medya ile analistlerin övgü dolu yorum ve anlatımlarına karşın Türkiye, ilgili kurumları ve resmi temsilcileriyle "Ankara soğukkanlılığı ve gerçekçiliği" olarak adlandırabileceğimiz bir tavır sergiliyor. Toprak bütünlüğü korunmuş üniter Suriye, farklı etnik ve dini grupları kapsayan yeni yönetim, her türden terör örgütüyle mücadele, kimyasal silahlardan arındırma, sığınmacıların güvenli, gönüllü, onurlu ve düzenli dönüşlerinin sağlanması... Bütün bu başlıklar Türkiye'nin öteden beri savunduğu, bugün de aynı tutarlılık ve ahlaki üstünlükle dünyaya anlattığı, küresel kabul gören başlangıç noktaları...***
Gelelim PYD/YPG sorununa... Burada kısa bir kronolojik yolculuğa çıkmamız gerekiyor. Şöyle ki... Türkiye Cumhuriyeti'nin, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın liderliğinde ve sayılamayacak kadar çok risk altında başlattığı Milli Birlik ve Kardeşlik Projesi (Çözüm Süreci) Suriye iç savaşının en kritik safhasında sabote edildi. ABD'nin öncülük ettiği DEAŞ'la Mücadele Uluslararası Koalisyonu, Suriye'nin kuzey doğusuna ve petrol bölgelerine bomba üstüne bomba yağdırarak demografiyi alt üst etti. Eş zamanlı olarak Esad da askerlerini ülkenin kuzeyinden çekerek PKK/YPG'ye geniş alan açtı. O günlerde "Askerlerimizin botu Suriye'ye değmeyecek" diyen Amerikan yönetimi, Türkiye'ye de "Bize lâik savaşçılar bulun" türü önerilerle geldi. Yaşadık, tecrübe ettik. ABD'nin himayesinde Suriye'nin kuzeyinde bir "teröristan" meydana getirilmeye çalışıldı. Böylece "Rojova" denilen bölgeden, Türkiye'ye "kantonal yapı" ihracı planlandı. Ve TSK'nın üç büyük harekatı ile bu oyun bozuldu ama tam manasıyla çözülmedi. Şimdi tarihin yeniden doğru istikamette akması için Türkiye'de akamete uğratılan projenin Suriye'ye özgü versiyonunun hayata geçirilmesi şansı doğdu. Nedir o? Terör örgütünün Suriyeli olmayan unsurlarının ülke dışına çıkarılması. Silahlı unsurların silah bırakması. Suça bulaşmamış olanlarının Suriye'de asayiş sistemine eklemlenmesi. Suçla bağlantılı olanların pişmanlık indiriminden yararlanması. Cezasını çekenlerin günlük hayata uyumunun teşvik edilmesi. Hatta Türkiye'de de PKK terör örgütünün lağvedilmesiyle bağlantılı adımların atılması bu bağlamda düşünülebilir.