Şu sıralar çokça tartışılıyor. "Etki ajanlığı!" Ve bu türden faaliyetleri caydırmak için yapılacak yasal düzenlemenin ifade ve basın özgürlüğünü kısıtlayacağı ileri sürülüyor. Bu itirazı yapanlar arasında -az sayıda- makul kaygı beyan edenlere de rastlanıyor. Öncelikle, birkaç soru sorup, cevabını arayalım. "Etki ajanlığı diye organize hareket tarzı var mıdır?" Evet, vardır. Nedir bu tür faaliyetlerin esası? "Bir ülkenin, örgütün veya bireyin, bir başka toplumun düşünce yapısını, kararlarını, kamuoyunu, siyasi dengelerini kendi veya üçüncü bir ülkenin çıkarları doğrultusunda etkilemek amacıyla dolaylı yollarla yürüttüğü manipülatif faaliyetlerdir!"
Geniş açıdan yorumlanırsa, "Lobi çalışmaları, halkla ilişkiler kampanyaları, sosyal medya etkileşimleri, sivil toplum örgütü girişimleri, akademik görünümlü kimi çalışmalar, düşünce kuruluşlarının üretimleri" bu kapsama bir şekilde (!) dâhil edilebilir! Haliyle... Etki ajanlığının içine gizlenebileceği organizasyon veya faaliyetlerin müeyyideye dönüşebilmesi için elbette cezai tanımında en küçük bir muğlaklığa yer verilmemelidir!
İyi de dün itibariyle TBMM gündeminden çekilen bir maddede Türkiye aslında neyi tartışıyordu? Yeni nesil casusluk faaliyetlerini.
Meclis Adalet Komisyonu'na bilgi veren MİT hukukçularının anlatımına göre...
İstihbarat dünyasında casusluk eskisi gibi devletin güvenliğine, iç veya dış siyasal yararlarına ilişkin belgenin para veya diğer bir çıkar karşılığı bir kişiye verilmesi olarak işlemiyor.
Bugün casusluk, diğer istihbarat teşkilatları tarafından özel sektör veya sivil şahıslar kullanılarak, üçüncü ülkeler hedef alınarak, hatta bu ülkelere belli faaliyetler yöneltilerek yürütülüyor.
Bu neyi doğuruyor?
Bir istihbarat teşkilatının, hukuksal açıkları kullanmak suretiyle üçüncü bir ülkede faaliyet yürütmesine kapı aralıyor.
Böylece, üçüncü ülke ile asıl hedef alınan ülke arasında güvensizlik oluşturuluyor, var olan şüpheler derinleştiriliyor. Yani, o iki ülke arasındaki anlaşmazlık bütün bu işleri tezgâhlayan ülkenin lehine kullanılıyor.
Örnek mi istersiniz? MİT'in, "ölü operasyon" olarak tanımladığı, genel manada özetlenmesinde sakınca görülmeyen geçmiş hadiseler o kadar çok ki. İşte size bir tanesi...
Vakti zamanında, Türkiye'de bir yabancı ülke vatandaşı hedef alınıyor. İlgili istihbarat servisi o kişiyi korkutarak istediği yöne sevk etmeyi planlıyor. Önce kişinin ev adresi bulunuyor. Sonra emlakçı kisvesi altında şahsın oturduğu yerin keşfi tamamlanıyor. Derken, şahıs adına bir mezar yaptırılıp, mezar taşına adı yazdırılıyor. Bunun fotoğrafı çekilip şahsa gönderiliyor. Ardından, şahıs adına gazeteye ölüm ilânı veriliyor.
Şimdi... Bu olayların tamamına bakıldığında; "Kişiyi tehdit, özel hayatın gizliliğini ihlâl, kişisel verileri hukuka aykırı olarak ele geçirme, kişinin huzur ve sükûnunu bozma" gibi suçlar işleniyor. Bu suçlara altı ay, bir-iki yıl gibi hapis cezaları öngörülüyor. Şahıs, klasik anlamda casusluk faaliyeti yürütmediği gerekçesiyle ya serbest kalıyor ya da az bir ceza ile kurtuluyor!
Teorik bir başka örnekle devam edelim meselâ...
Türkiye'de yaşayan Ortadoğu kökenli bir yabancının, İsrail'in hedef aldığı Filistinlilerin tespiti için devşirildiğini varsayalım. Olay yeri Türkiye. Organize eden İsrail. Katılan, yabancı ülke vatandaşı. Hedef, İsrail'e karşı mücadele veren Filistinliler.
Bu örnekte, sahada adres tespit edip, fotoğraflayan kişi sadece özel hayatın mahremiyeti mi ihlâl ediyor, yoksa yabancı bağlantılı olduklarını bilerek casusluğun parçası mı oluyor? Anlaşılacağı üzere bu kişilerin casusluktan ceza alabilmesi için önce başka bir suçu işlemeleri ve üçüncü ülkenin menfaatlerine bilerek hizmet etmeleri gerekiyor.
Özetle...
Çağımızda devletlerarası mücadelelerin niteliği değişiyor ve değişen şartlara göre özgürlük-güvenlik dengesini gözeten düzenlemeler yapılması aciliyet arz ediyor!