Bir devlet için... Hamasi nutukların sayısı ve derecesi ile gerçek risklere karşı koyma kabiliyeti arasındaki ilişki kritik önemdedir. Hamaset arttıkça, sistemik risk azalmaz. Aksine devlet kurumlarının güçlü görünen yönlerindeki zafiyet ortaya çıkar, öngörülen zayıflıkların ürettiği maliyet ise giderek artar. Bu tespitin güncel karşılığını geçen hafta İran'da gördük!
İran Cumhurbaşkanı Pezeşkiyan'ın yemin töreni için Dışişleri Bakanı Sn. Hakan Fidan'ın daveti ile 30 Temmuz 2024 tarihinde Tahran'da idik. 30'u gece yarısına doğru Tahran'dan ayrıldık, Ankara'ya vardığımızda saat 03.00'e geliyordu. Ve o saatlerde maalesef Hamas Siyasi Büro Şefi Haniye şehit edilmişti.
Uçağa binmeden önce İranlı yetkililerle sohbet imkânı bulduk. Ben, İran'ın devlet geleneğine değindim ama yapısal zorluklarına dikkat çekmeyi de ihmal etmedim. Tahran yönetiminin ambargo altında tutulmasının doğru olmadığını anlattım. Ama İran'ın küresel ortamda ne zaman soluklansa ilk iş olarak Türkiye ile rekabete girmekten vazgeçmediğini de hatırlattım.
Öyle bir ortam vardı ki...
Dışişleri, Devrim Muhafızları, İstihbarat... Kapalı sohbet de olsa birbirini kollayan aktörlerin samimi görüş ifadesi kolay değildi.
Buradan hareketle Türkiye ile ilgili bazı çıkarımlar yapmak istiyorum. Ama önce İran...
"Rehber" olarak adlandırılan Ayetullah'tan başlayan ve Cumhurbaşkanı'nı da kapsayarak aşağıya doğru hiyerarşik olarak şekillenen sistem, farklı güç merkezlerine dayalı, farklı gruplaşmaları beraberinde getirmiş. Haliyle siyasi, askeri, istihbarı dukalıklar oluşmuş. Sistemin açık verdiği yönlere odaklanmak olanak dışı hale gelmiş. Belki de bu yüzden devletin güçlü olduğu sanılan kurumları dış etkiye açık kalmış. Sonrası malûm. Cadı avı ve sorunların üstünü örtme.
Türkiye'ye gelince...
Bizim ülkemizde de en büyük problemlerin başında "bürokratik oligarşi ve kurumların birbirinden bilgi saklaması" başlıkları vardı. Siyasi istikrarın yanı sıra cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi bu tür rahatsızlıkların tedavi edilmesini sağladı. Kanımca, kökteki sıkıntıların tamamı giderilemedi. Bununla birlikte Türk Silahlı Kuvvetleri, Milli İstihbarat Teşkilatı, Emniyet ve Jandarma arasında eşine ender rastlanabilen uyum ve işbirliği tesis edildi. Bazen, başarının paylaşımında kurumlar arası yarış olsa da bilhassa terörle mücadele, organize suç örgütlerinin çökertilmesi ve casusluk ağlarının deşifre edilmesinde somut sonuçlar elde edildi. Bunda, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın liderliği ile iş başındaki kadroların karşılıklı güveni ve yıllara dayalı ortak çalışmalarının büyük rolü oldu. Lakin bu durum, yanıltıcı yorumlanmamalı. Kurumlar arası iletişim ve dayanışmanın sürdürülebilirliği sürekli takviye edilmeli, aksayan yönlere neşter vurulmalı, hatta gerekiyorsa yeni mekanizmalar da kurulmalıdır.
Gelelim madalyonun bir diğer yüzüne...
Hatırlanacağı gibi eli kanlı İsrail makamları, Hamas yöneticilerini bulundukları yerde hedef alacaklarını, Türkiye'nin de istisna olmadığını açıklamışlardı. Kuşkusuz, Türk istihbaratı her türden casusluk faaliyetine karşı en düzeyde teyakkuzda. İran ve İsrail'in, Türk topraklarında birbirlerine operasyon çekme girişimlerine karşı mutlak tedbir almış, gereğini yapmış durumda. Buna bir de MİT Başkanı İbrahim Kalın'ın o telefon konuşmasını eklemek gerek. MİT, pek âdeti olmadığı üzere bahse konu konuşmanın bilinmesini de istemişti. Yani, MOSSAD'ın suikast planları bağlamında, İsrailli muhatabını ilk dakikada arayan Kalın, "Aklınızdan bile geçirmeyin. Bedeli çok ağır olur!" mealinde mesaj vermişti. Yine de mantık zincirini kaybetmiş Tel Aviv'den her şey beklenebilir. Tam da bu ve benzeri nedenlerle... Casusluk suçu bağlamında, çağın ihtiyaçlarına göre ceza yasasında acil düzenleme yapılmasında fayda var. Yoksa yakalanan şebekeler bir şekilde paçayı sıyırabiliyor!