9 Nisan'da milletvekili aday listelerinin Yüksek Seçim Kurulu'na sunulması ile seçim yarışının hakiki manada başladığını söyleyebiliriz. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın seçim kararı aldığı 10 Mart'tan bugüne kadar geçen süre, siyasette ısınma antrenmanlarına ve takım tertibini oturtma arayışlarına sahne oldu. Bugünden bayram sonrasına kadar geçecek takvimin, beyannamelerin sunulduğu, adayların sahaya çıktığı, TV ve sosyal medyanın kullanıldığı hararetli dönem olacağı öngörülebilir. Sanırım, seçime son üç hafta kala güçlü kozların açıldığı, seçmenin sağduyusuna hitap edilen kritik ve belirleyici düzlüğe girilmiş olacak.
***
İlk etapta milletvekili aday listeleri üzerinden gidilecek olursa...
Adaylar, ittifaklar içindeki yerleri, değişimin boyutu, gerilimler, seçim sonrasına ilişkin hesaplar bağlamında epeyce değerlendirme yapılabilir.
Ancak, sadeleştirerek gidildiğinde...
AK Parti'nin üç dönem kuralını tavizsiz uygulaması tarihi bir karardı. Hem metal yorgunluğunun giderilmesi hem de seçmendeki kanıksanmışlık duygusunun aşılması adına... Gençlere ve kadın adaylara alan açılması elbette mühim. Bir o kadar mühim olan da teşkilatın emektarlarına yeniden fırsat tanınması ve
AK Parti'nin pek de bilinmeyen rezerv isimlerinin de vitrine çıkarılması oldu.
MHP kanadı ise üç hilali tam saha sandığa taşıma prensibini esnetmeden, hatta riskleri göze alarak yola çıktı. Bu hamle, kurt siyasetçi
Devlet Bahçeli'nin kendine ve partisine güvenini yansıttığı gibi rakiplerinin erimesini de gözeten, milliyetçi oyların ev sahibi olduğunu tescil eden bir tutumdu.
Millet İttifakı'na gelince...
"Ertelenmiş yığınla rahatsızlığı" şimdilik
"pansuman tedavisi" ile geçiştirebildi.
"Kazanabilecek aday" krizinin tahribatı henüz tespit edilmiş değil.
CHP tabanının ağrına giden liste ve isim dağılımının, oy kaymasına yol açması da muhtemel. Cumhurbaşkanlığı seçimini kazanma senaryosuna dayalı, hayali bakanlık ve kadro dağılımının 15 Mayıs'tan itibaren patlamaya hazır siyasal bombaya dönüşeceği de bir gerçek.
Ortada birbirleriyle ilişkisiz gibi görünen, lâkin bir araya geldiklerinde tek bir olgu olarak kendilerini gösteren bulgular bütünü var. Yani,
"Erdoğan Sendromu!" Birbirinden farklı fikirleri, örgütleri, idealleri olan ve özünde birbiriyle ilişkisiz politik aktörleri bir araya getiren tek ortak payda
"Erdoğan karşıtlığı!" Millet İttifakı'nın bileşenleri, akıl hocaları, rövanşizmle yanıp tutuşan her türden muhalif ortakları sanıldığı gibi ülkeyi yönetmeye değil, bir tür
"huruç harekâtı" ile devlete çökmeye hazırlandıkları izlenimi veriyorlar! Sadece bu hissiyat ve o çevrelerdeki beklenti bile Ankara'yı tanıyanlar için devlet yönetiminde kaos, uzun süreli belirsizlik ve şaşkınlık demek! Erdoğan'ı ve mevcut hükümet sistemini hedef aldığını ilan eden, bu amaçla HDP/PKK ile dirsek temasına giren, Ergenekon tezgâhının uygulayıcılarını dahi görmezden gelen, kendi öz evlatlarını yiyen,
"düşmanımın düşmanı dostumdur" diye FETÖ ve benzerlerine göz kırpan bir aday kazanırsa (!)
Ve o adayın cumhurbaşkanlığı ile genel başkanlığı birlikte sürdüreceği, parti genel başkanları ve belediye başkanlarına karmaşık çıkar ve ilişkiler ağında makamlar dağıtmayı planladığı bir sır değilken...
Böyle bir modelin ülkeye hayrı ne olabilir ki? AK Parti'yi ve Erdoğan'ı sevmeyen bir kitle memnun edilecek diye Türkiye'nin maceraya atılmasını kim, neden ister ki?