Dünya, kolay kolay istikrar kazanamayacağı türbülanslı yıllara doludizgin ilerliyor. Sıcak çatışmalar, vekâlet savaşları, terörizm, düzensiz göç, iklim değişikliği, suç gelirlerini uluslararası aklama mekanizmaları...
Böylesi belirsiz ve değişken ortamda Türk diplomasisinin dinamizmi, pek çok ülke ile ivme kazanan normalleşme süreci, Rusya- Ukrayna savaşı karşısında Ankara'nın izlediği barış yolu her açıdan dikkat çekici bulunuyor. Türkiye'nin değeri, içeride ve dışarıda tüm hesapların gözden geçirilmesine yol açıyor. Ulusal çıkarları önceleyen çok katmanlı dış politikanın gereği ve önemi de bugünlerde tam manasıyla teyit ediliyor.
***
Ukrayna'nın doğusunda vekâlet savaşı kartı acımasızca kullanılıyor. NATO bloku, "Ukrayna'ya silah verelim, kendisini savunsun" çizgisini takip ederken, "Peki bedeli kim ödeyecek?" sorusuna, "Elbette savaşın bir bedeli olacaktır" demekten öte bir cevap veremiyor. Savaş uzadıkça, tarafların pozisyonu sertleşiyor. ABD-İngiltere ekseni, Ukrayna savaşını kendi çıkarları lehine adeta körüklüyor. Rusya'nın hakiki askeri kabiliyeti ve yetenekleri test ediliyor. Ekonomik kuşatma altındaki Moskova'nın senelerce ayağa kalkamayacağı şekilde darbe alması hedefleniyor. AB'nin motor gücü Almanya, Rusya kaynaklı enerji bağımlığı nedeni ile resmen bunalıma itiliyor. Avrupa ülkeleri korku içinde NATO'ya, yani ABD'ye dört elle sarılma mecburiyetinde bırakılıyor.***
Ukrayna'yı saran savaş dalgası, şaşırtıcı biçimde Suriye özelinde kalan kirli bir oyunun da deşifre olmasını sağlıyor. Stratejik önemdeki Mariupol kentinden insani tahliyelerin önündeki engel, tuhaf biçimde Suriye'de karanlıkta kalan bazı noktaların aydınlanmasına vesile oluyor.
Ruslar, Birleşmiş Milletler İnsani Yardım Koordinasyon Ofisi'nin devreye girmesini istemiyor. Arka planında ise Suriye sahasındaki sinsi uygulamalar yatıyor. Halep, Doğu Guta, Dara'dan sivillerin tahliyesi sırasında BM Ofisi'nin, konvoyların arasına terörist grupların kaynamasını adeta teşvik ettiği anlaşılıyor.
Yani...
İdlip'teki silahlı unsurların yarattığı güvenlik sorununun, Rusya ile Türkiye arasında bölgede cereyan eden tansiyonlu ilişkinin temelini bir manada BM yetkilileri atıyor. Bu durumu BM İnsani Yardım Ofisi de inkar etmiyor. "Suriye'nin içindeki terör gruplarının boşaltılması için bu hamle gerekliydi" demeye getiriyor. Haliyle Rusya'nın, Mariupol'de insani koridorlar açılmasında neden ayak sürüdüğü daha net açığa çıkıyor. Çünkü Ruslar, kentteki yabancı savaşçıları sorgulamak ve arkasındaki organizasyonu tespit ederek dünyaya ilan etmek, böylece ABD'yi suçlamak için malzeme bulmak istiyor. Yabancı savaşçıların sivil görünümle şehirden kaçmasına geçit vermeyeceğini söylüyor.
Böylece, savaş arenasına dönüştürülen ülkelerin, legal ve illegal unsurların tatbikat alanı haline geldiği, ağır maliyete ise masumların katlandığı gerçeği bir kez daha kanıtlanıyor.
Hal böyle iken coğrafyamızın her köşesinde kurulan kurt kapanından çıkmayı başaran Türkiye, birçok ülke için yine ve yeniden akılcı-kalıcı ilişki kurulması gereken ana aktör olarak ön plana çıkıyor. Bu gelişmenin gerisinde üç faktör bulunuyor:
1- Türkiye, hak ve çıkarlarından (Bkz.
Doğu Akdeniz) asla taviz vermiyor. Milli menfaatlerini koruyacak güce ve kararlığa sahip olduğunu dosta/düşmana gösteriyor.
2- Türkiye ile sorun yaşamak, karşıdaki ülkelere de ekonomik ve siyasi maliyet üretiyor.
3- Değişen dünya dengeleri, güçlü ve güven veren Türkiye'nin önemini herkese kabul ettiriyor.
NOT: Türkiye'mizi, zorlu ileri demokrasi yolculuğunda her daim ayakta tutan ana ilkesi, "Özgürlük ve bağımsızlık benim karakterimdir" diyen Atatürk'ün, Kurtuluş Savaşı ruhuna nakış gibi işlediği "Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir" düsturudur. Milletin egemenliğe ortak olmak isteyenlerin, milletin kararına boyun eğdikleri günler için AK Partili yıllarda çok bedel ödendi. Evlatlarımızın bu mücadele azminin simgeleştiği 23 Nisan'ı Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı olarak kutlaması, geleceğe dair ümitlerimizi canlı kılıyor.