Muhtelif izlerin öylesine birbirine karıştığı bir dönemdeyiz ki... Hangi tespiti paylaşsanız, olup biteni izahta bir yanı eksik kalıyor. Bakınız, enflasyonun yükseldiği, hayat pahalılığının derinden hissedildiği bir sırada, böyle bir konuyu ele almaya yanaşan pek az bulunur. Her gün her dakika kendi gerçekliğini yaşayan buna karşın belli kişi ve kurumların zıt örnekler olarak sunulduğu ortamda, öteki ile sürekli kıyaslama yaparak sinirleri gerilen geniş kitleleri, sağduyu ve soğukkanlılıkla düşünmeye davet etmek kolay değildir. Ama gereklidir.
Evet, dün açıklanan TÜFE yüzde 61.1, ÜFE yüzde 114.97 seviyesindedir. Unutmayalım, 2005 yılında bu ülkede TÜFE 7.7; ÜFE 2.6 idi. 2012'de TÜFE yüzde 6.1, ÜFE 2.4'ye inmişti.
Yani... Ülkenin karşılaştığı sorunların farkında olan, inisiyatif alan, arkasında halk desteği bulunan bir hükümet, iç ve dış şartları gözeterek ve birlikte yöneterek, enflasyonu tek haneye indirebilir. Daha önce indirmiştir de. Hatta 2018'deki büyük kur şokundan sonra, yenilenen ekonomik programın ilk yılında enflasyon kontrol altına alınmıştır. Öyle ki 2018'de yüzde 20.3 olan TÜFE yüzde 11.8'e, yüzde 33.6 olan ÜFE ise yüzde 7.3'e çekilebilmiştir.
***
Türkiye'de yaşadığımız enflasyonun belirgin nedenleri söz konusu.
Birincisi, Türkiye Ekonomi Programına karşı bitip tükenmek bilmeyen direnç ve bu yolla iktidarı zorlama arayışı!
İkincisi, hampetrol başta olmak üzere enerji fiyatlarındaki şoke edici tırmanış.
Üçüncüsü, pandemi travması ile küresel sistemik ve sıcak savaşların ülkeleri daha fazla ürün ve gıda stoklamaya teşvik etmesi.
Dördüncüsü, emtia ve ara malı fiyatlarındaki artışlara eşlik eden ekstra navlun maliyetleri.
Beşincisi, Türkiye'ye özgü stokçuluk, fırsatçılık ve haksız kazanç hırsı.
Bugün Türkiye'de, "enflasyonist ahlaksızlıkla" baş edilmeye çalışılıyor.
"Enflasyon bilhassa ticari ahlakı bozuyor!"
Örneğin, hükümet gıda ve temel mallarda vergileri indiriyor, piyasa bir hafta reaksiyon gösteriyor, sonra fiyat oyunlarına kaldığı yerden devam ediyor. Cezai tedbirlere ve denetimlere başlanıldığında ise "Piyasa ekonomisine aykırı yöntemler bunlar" diye itirazlar yükseliyor. İyi de çoğu kimse samimi olarak, gıda sektöründeki aksaklıkları, bu sektördeki dernek ve federasyonlarda yıllardır süre gelen yönetim tekellerini, bu hakim durumun yarattığı örtülü fiyat anlaşmalarını ve nihai tüketicinin istismarını görmek istemiyor ki. Siyaset kurumu meselenin üstüne üstüne gittiğinde, bir sektörde hız kesen piyasa tezgahı bir başka yerde açılıveriyor. Haliyle tablo, olağan maliyet artışlarını aşan, vatandaşın sinir uçlarına basan, siyaseti de ipotek altına alan riskli hal alıyor.
***
Peki ne diyoruz?
Tabii ki dar ve sabit gelirlileri destekleme politikası sürmeli.
Kartel ve tröst oluşumlarına anlık değil kökten müdahale kararlılığı korunmalı.
Ürün arzını artıracak, sezonluk arz kısıtlarını aşacak tarımsal teşviklerin içeriği gözden geçirilmeli, arazi sahibi kadar bizzat arazide üretim yapanlar (araziyi kiralayıp hakiki manada üretenler) destek kapsamına alınmalı.
Gıda sektöründeki örgütlenmeler özel olarak incelenmeli, anlaşmalı fiyat oluşumunun önüne geçilmeli.
Çiftçiye ihtiyaç duyduğu tohum, gübre, ilaç, mazot desteği üretim öncesi verilmeli, hasattan sonra mahsup yöntemi yaygınlaştırılmalı.
Fiyat spekülasyonuna karşı ithalat veya ihracat yasağı kartı açık tutulmalı.
Ve nihayet belirli sektörleri sürükleyen firmaların bu yıl vergi beyannameleri ayrı bir gözle ele alınmalı!