Devletlerarası ilişkilerde sorunlar her zaman vardır. Kimisi çözülür, kimisinde çözümün zamanı ve zemini beklenir, kimisi de şarta bağlı olarak masada bırakılır. Diplomasi de bunun için vardır. Yani, ortak çıkarlar temelinde münasebetlerin sürdürülmesi, menfaat çatışması olan durumlarda ise rasyonel çözümler bulunması için...
Lakin...
Bir ülkenin içişlerine açık müdahale taşıyan girişimlerde ve bilhassa milletlerarası ahde aykırı faaliyetlerde, şayet o ülkenin Cumhurbaşkanı, çok net tavır almışsa bir dizi ezberin bozulması kaçınılmazdır. Nitekim Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın, "istenmeyen adam ilanı" talimatıyla uyumlu dosyaları hazırlatırken, malum ülkelerin geri adım atmasını sağlayacak hassas diplomatik formüllerin üretilmesi için de çaba gösterdi.
Unutmayalım... Büyükelçi olarak "Güven Mektubu" sunduğunuz devlet başkanı, size veya sizi, görev alanınızı aşan beyanlarda bulunmaya yönlendiren başkentinizdeki isimlere güvenini kaybetmişse, "gereğinin yapılmasını istemesi" en doğal hakkıdır.
***
ABD, Almanya, Danimarka, Fransa, Finlandiya, Hollanda, İsveç, Kanada, Norveç, Yeni Zelanda büyükelçilerinin, hükümetlerinde de karşılık bulduğu kuşku götürmeyen ortak açıklamaları ve sonrasında Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın sergilediği tavır üzerine "geri vites yapmaları", uluslararası ilişkiler kürsülerinde ders olarak okutulacak örnek olaylar arasında yerini aldı bile.
Değişen küresel dengeler, Türkiye'nin yenidünya düzenindeki güçlü karşılığı, Cumhurbaşkanı'nın liderliği ve kararlılığı ile diplomasinin rasyonel çizgisinin hâkim kılınması... Her biri ayrı ayrı değerlendirilecek başlıklar arasında.
Osman Kavala yargılamasının 4. yıldönümü bahanesi ile ABD Büyükelçisi'nin düğmeye bastığı, Danimarka'nın öncülük ettiği, diğer 8 ülke büyükelçisinin de katıldığı "müşterek bildiri!" hem Türkiye'nin içişlerine karışma densizliğinin hem de Türk yargısına saygısızlığın eseri idi. ABD elçisi skandal sürecin başlangıcında idi, diplomatik skandalın sonunu da kendisi getirmek zorunda kaldı. Yani, diğer büyükelçileri de "Türkiye'nin içişlerine karışmıyoruz, yanlış anlaşıldık" noktasına taşıdı.
Tabii...
Büyükelçilikler arası koordinasyonun nasıl sağlandığı, ikinci adamların ne tür diplomatik manipülasyonlara girdikleri ve bazılarının pişmanlıkları ise ayrı bir yazı konusu.
Gelinen aşamada ne oldu?
Türkiye, uluslararası hukukun vazgeçilmez ilkelerini ve diplomatların sınırlarını tüm dünyaya bir kez daha ilân etti.
Diplomatik gerilime yol açan 10 büyükelçinin açıklaması, ilgili ülkeler tarafından tevil edildi.
Açıklamada, Viyana Sözleşmesi'nin 41. maddesine bağlılık bildiriminde bulunulması, Türkiye'nin haklılığını gözler önüne serdi.
***
Kriz yönetim örneği sergilense de Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın, 10 büyükelçiye karşı "güvensizliğinin süreceğini" öngörmek kehanet olmayacaktır. Bu ülkeler, görünür gelecekte "onarıcı diplomasi" adına tamamlayıcı adımlar atmadıkça, 10 ülke diplomatik misyonunun Türkiye'de ev sahipliği yaptığı etkinliklerin siyasi ve bürokratik seviyede "örtülü boykota" tabi olacağını tahmin etmek güç değildir.
Eldeki veriler, "dostlarla iktidar söylemini" sahiplenen iç ve dış paydaşların, tansiyonlu enstrümanları kullanmaktan geri durmayacağına işaret etmektedir. Erdoğan karşıtı bu cepheyi bir arada tutan iki aktörün "Kavala ve Demirtaş" olduğu da ayan beyan ortaya çıkmıştır. Bu yapay siyasi ve global tutkalla birbirine yapıştırılan ittifakın, Cumhurbaşkanlığı kabinesinin icraatlarını sorgularken, karşılığında Türkiye'ye ne vaat ettiği belirsizdir. Yıkıcı muhalefetin şehvetine kapılan Millet İttifakı bileşenleri, ülke için "yapıcı" olacaklarına dair ne bir mesaj ne de bir ümit vermektedir. Onlar için "Siyasi çarşı karışsın, sonrası Allah kerim" anlayışı hâkimdir. Ve millet de bu varsayıma kredi açmaya istekli olmadığını göstermektedir!