Kavramlar birbirine yakın olsa da hukuki karşılıkları ve doğurdukları neticeler çok farklı. Maalesef, günlük dilde çoğu kez eş anlamlı olarak kullanılan bu kavramlar, birçok durumun karışmasına ve toplumda değişik tepkiler doğmasına yol açıyor.
Tahmin edileceği üzere konumuz, Türkiye'ye yönelen "göç trafiği" ve son günlerde milletin sinir uçlarına basan bazı olayların tırmandırılması girişimiyle ilgili.
Şimdi tek tek bakalım...
Sığınmacı; yerleşmek amacıyla değil, ülkesindeki zaruri koşullar yüzünden geçici olarak bir diğer ülkeye gelenlere, adı üstünde sığınanlara deniyor. Ülkemizdeki Suriyelilerin ezici çoğunluğu bu konumda bulunuyor
Mülteci; kendi ülkesinde ırk, din, sosyal konum veya siyasal düşüncesi nedeniyle baskı altında kalan, yaşadığı yeri terk edip başka bir ülkede yaşamak isteyen, bu talebi ilgili ülke tarafından kabul edilenlere deniyor. Ki Türkiye dahil pek çok ülke özgün gerekçelere göre, istisnai hallerde bu tür başvuruları uygun bulabiliyor
Göçmen; daha çok ekonomik gerekçelerle ülkesini gönüllü olarak terk ederek başka bir ülkeye, o ülke yetkililerinin bilgi ve izni ile yerleşen kişileri ifade ediyor. Örneğin ABD, Kanada, Avustralya gibi ülkeler, dünyanın dört bir yanından, belli eğitim ve yetkinlikteki bu tarz nüfusu alabiliyor.
Kaçak göçmen kavramı ise yasa dışı yollarla üçüncü ülkelere gelerek kayıt dışı yaşayan ve tespit edildiklerinde sınır dışı edilenleri kapsıyor. Nitekim İran sınırımızda sayıları giderek artan Afgan nüfus hareketliliği tam olarak kaçak göçmen tanımına giriyor!
***
Türk tarihi her zaman için "mazlumun yanında" olmayı, "ölümden kaçanlara" kucak açmayı bir miras olarak gelecek kuşaklara aktarıyor. İmparatorluk bakiyesi üzerine kurulan Türkiye Cumhuriyeti'nin dinamizmi, ulusal gücü ve zenginliği bu özelliğinden de kaynaklanıyor. Bugün Türkiye, iç savaştan kaçan Suriyeli sığınmacıların adeta ikinci vatanı konumunda. Resmi verilere göre 3.7 milyon Suriyeli, sınır illerinden başlayarak Türkiye'nin çeşitli merkezlerinde yaşıyor. Kimi şehirlerde yerli nüfusu geçtikleri de oluyor. Çoğu ilde kendi mahallelerini kurdukları da
Birkaç yıla sığan milyonluk göç dalgasının yönetimi her açıdan zor oldu. Barınma, eğitim, sağlık gibi hizmetlerin sunulmasının yanı sıra Türkiye'de doğan Suriyeli çocukların geleceğine dair kararların verilmesi de başlı başına bir meseleydi. Ama bütün bunların ötesinde kritik olan husus "sosyolojik gerçekliğin yönetimi", yani toplumsal kaosa yol açabilecek gerilimlerin önlenmesiydi. Muhtelif ve münferit hadiselere rağmen Türk halkı, bu süreci olgunlukla karşılamayı başardı. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan başta olmak üzere sorumlu siyasetçi ve devlet görevlilerinin bilinci sayesinde kitlesel fay hatlarını tetiklemeye dönük sinsi oyunlara fırsat verilmedi.
***
Lakin... Artık dünkü şartları yaşamıyoruz. Her şeyden önce...
Muhalefet, "Suriyeli sığınmacı" dosyasını siyasal istismar aracına dönüştürmüş durumda. Sistematik biçimde bu noktayı kaşımakta. Sığınmacıları dışlayan yerel yönetim uygulamaları ile merkezi siyaset söylemine abanmakta.
Pandemi şokunun alt-orta gelir gruplarında, şehirlerin dış mahallelerinde yarattığı sosyoekonomik kırılganlık, Türkiye ve iktidar karşıtlarınca kullanılmakta.
Sosyal medyada, bir ana dair kesit görüntüler veya uyarlama videolarla şekillendirilen paylaşımlar çoğalmakta. Sınırlı bilgi ile hüküm vermeye ve buna göre kanaat oluşturmaya hazır kesimler manipüle edilmekte.
Bilhassa, genç Afganların yaklaşık 2 bin kilometre yol kat ederek Türkiye-İran sınırına kadar ulaşabilmesi, toplumdaki hassasiyeti yükseltmekte.
Ve nihayet... Afganistan'ı Taliban'a bırakan ABD yönetiminin, kendisine hizmet eden Afganları, aralarında Türkiye'nin de bulunduğu üçüncü ülkeler aracılığıyla göçmen olarak kabul edeceğine ilişkin açıklaması da ülkemizdeki tepkiselliğin dozunu zirveye çıkarmakta.
Kısaca özetlersek...
Türkiye, yeni bir sınama ile karşı karşıya. Orman yangınları üzerinden etnik/mezhebi temelli tuzak kuran odaklar, şimdi de sığınmacı/ kaçak göçmen farkını fark ettirmeden milletin bir bölümünü germeyi denemekte. Biz, "aman dikkat" diyelim. Ve Türkiye'mizin daha kapsamlı, uzun erimli, koordine "göç yönetimi" için yeni yapılanmaları hayata geçirme vaktinin geldiğini vurgulayalım.