Türkiye'nin asli gündemi bence "ekonomi", yani iş ve aş mücadelesi ile "ulusal güvenliğe" dair öncelikler.
Gel gör ki şeklen hukuki, içerikte ise siyasi konular bir anda baskın gündeme dönüşebiliyor. İçinde ertelenmiş hesapları da barındıran meseleler, birtakım varsayımlar, zanlar ve maziden örneklerle bezenerek kamuoyu manipülasyonu yapılabiliyor.
İşte size güncel sıcak olaylardan bazıları ve tercümesi...
CHP İstanbul İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu hakkında ilk derece mahkemesince verilen hapis cezasının, Bölge Adliye Mahkemesi'nce onaylandığı tarihe özel mana yükleme gayreti. Oybirliği ile verilen o kararın 23 Haziran'a denk gelmesi üzerine İstanbul seçimlerinin rövanşının alındığının iddia edilmesi. Ve maalesef hatırı sayılır bir kesimin bu akıl tutulmasına yakalanması. Yargıya güvenin her vesile ile tartışıldığı bir memlekette, yargıçları töhmet altında bırakmaya dönük her yakıştırma güven açığının büyümesine hizmet etmek anlamına gelmekte! Kararı eleştirmek ayrı, yargıçları zaman ayarlı karara imza atmakla itham etmek apayrı!
Kaftancıoğlu profiline gelince...
Sıklıkla marjinallik sınırında gezen dünya görüşü bir yana, bunca toplumsal derse rağmen savrulmuşlukta ısrarı hakikaten düşündürücü. Elbette, ifade özgürlüğünün en geniş manada kullanılmasını savunuyor ve bir siyasetçinin hapis cezası almasından üzüntü duyuyoruz. Lakin o siyasi, Cumhurbaşkanı'na hakarette, sözde Ermeni soykırımını savunmakta, PKK'lı kadın teröriste ağıtlar düzmekte inatçı ve kararlı ise geriye ceza hukukunun temel prensipleri dışında bir seçenek zaten kalmıyor!
***
Anayasa Mahkemesi'nin, HDP eski Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş hakkında verdiği "ihlal kararı" da bir diğer örnek... AYM'nin bireysel başvuru bağlamında bundan önce olduğu gibi bundan sonra da tesis edeceği kararlar, hayli sarsıcı olmaya ve tepki çekmeye aday. Demirtaş özelinde tazminat da içeren son kararın farklı boyutları tek tek ele alınmak durumunda. Uzun tutukluluk tespitine dayalı değerlendirme, tutukluluk gerekçelerinin sorgulanması anlamına gelmiyor. Nitekim terör örgütü bağlantılı bir dizi suç isnadının yanısıra 6-8 Ekim olaylarında bölgesel kalkışma çağrısı yapılması, masum sivillerin kanının dökülmesi asla unutulamaz. Siyasetçi olmakla, Kandil'deki terör baronlarının baskısına boyun eğerek onlar adına şiddetin sözcüsü olmak arasındaki farkın cezai sorumluluğudur esas olan!***
MHP Genel Başkanı Sn Devlet Bahçeli'nin, "Mümtazer Türköne çıkışı" da dikkate değer bir başka başlık. Devlet Bey'in açık veya örtülü anlam yüklü mesajları her zaman sonuç üretmeye açık nitelik taşır. PKK ve FETÖ mensupları için lehte sonuç doğuran muhtelif yargı kararları ortada iken çekirdekten FETÖ'cü olmadığı ileri sürülen ama tarihin kritik dönüm noktasında FETÖ'cülerle ortak paydada buluşan bir isim için "siyasi vefa duygusu" ile beyanda bulunulmasını dikkatle not etmek gerek.***
Ve nihayet "barolar" ile ilgili yasal düzenleme fikrine karşı gelişen tepkiler... Hak arama hakkının kutsallığı, avukatları çok özel bir yerde konumlandırıyor. Ancak mensuplarının hak ve menfaatlerini de aşar şekilde sistematik siyasi tavır alınması, barolar dahil benzeri birçok statükonun sorgulanmasını da beraberinde getiriyor. İşin teknik tarafını bilmekle detayına girecek değilim. Ama zamanın ruhunu okuyamaz ve kendi reformunuzu yapamazsanız olayların akışı kişileri de kurumları da önüne katıp götürür. Buna rağmen hükümetin, -ön yargılı olanlar da dahil- hukuk insanları ile çekişme niyetinde olmadığını, makul çözüm geliştirmeyen meyilli olduğunu söyleyebilirim.