Libya, Doğu Akdeniz, Suriye-İdlib... Dış politikanın iç politika ile geçişkenliğinin arttığı günleri yaşıyoruz. Dikkatimiz, Türkiye'nin ulusal çıkarlarını ve güvenliğini yakından ilgilendiren konulara odaklansa da geleceğe dair siyaset mühendisliği arayışlarını asla ıskalamıyoruz. Nihayetinde Türkiye'nin bölgesel iddialarını dizginlemek, hatta Ankara'ya yeniden istikamet vermek isteyen aktörlerin tamamı, iç siyasetteki her ihtimali gözetmeye ve dahi kimi isimlere yatırım yapmaya devam ediyor. Perde gerisinde gelişen hadiseler, kamuoyunun sevk ve idare edileceği "Türkiye Uzlaşması", "Büyük Türkiye Buluşması" mealinde suni ama geniş bir ortak payda oluşturma gayretlerinin hız kesmediğini gösteriyor. CHP ve İYİ Parti'nin ortadan, HDP'nin yandan tesis ettiği birlikteliğe ürkekçe destek veren FETÖ'cüler de başlarını kaldıracakları anı bekliyor.
Gezi hadisesinin dinamiklerinden de beslenen, farklı sosyolojik tabanları ortak hedefe kanalize etmeyi içeren bu yöntem, mevcut siyasi sistemin kapı araladığı "ittifak modelinden" de besleniyor. İstanbul seçimlerinde pilot olarak uygulamaya konulan, gerek konjonktürü gerek AK Parti'nin kimi zayıflıklarını fırsata çeviren bu proje canlılığını koruyor. İdeolojik olmaktan ziyade toplumsal karakterli muhalefeti tetiklemeyi önceleyen, iktidar kanadını ise muhtelif iddia ve söylemlerle meşru müdafaada tutmayı amaçlayan bu planlama, evhamla veya komplo teorisi ile geçiştirilecek kadar basit bir çizgide de ilerlemiyor.
***
Kuşkusuz...