AK Parti, kuruluşundan bu yana bir dizi sınamadan geçti. Ülke içinden ve dışından yönelen farklı karakterdeki riskleri yönetmeyi başaran AK Parti, şimdilerde kendi içinden doğan siyasi hareketler üzerinden yeni bir sınamayla karşı karşıya.
AK Parti'nin siyasi genetiği, kurumsal bünyesine yani varoluşuna tehdit algıladığı anları ve olayları aşmaya programlı iken sanki bu kez durum biraz daha farklı. Erken doğum yapan parti ile doğumu beklenen bir diğer partinin iddiası, hedefi ve söylemi AK Parti'nin siyasi DNA diziliminden de izler taşımakta.
Hal böyle olduğu içindir ki AK Parti'ye ve liderliğine, eski kadrolarından kaynaklanan çıkışların gerek seçmen tabanı gerekse kamuoyu bazında idaresi önem kazanmakta.
***
Peki,
"Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, bu konuyu nasıl ele alıyor?"
Edindiğim izlenim o ki AK Parti yöneticilerinin, alternatif kimlik kazandırılan siyasi oluşumlara odaklanmasını uygun bulmuyor!
Dışarıda kurgulanan bu yapılardan ziyade AK Parti'nin dayanıklılığını ve direncini önceliyor.
Sürece yaklaşımı, 12 yıl önceki deneyimden başlıyor. AK Parti'den kopan, hatta Meclis'te grup kuran Anavatan örneğini hatırlatıyor. Artık o gruptan isimlerin çoğunun toplumsal hafızadan silindiğini kayda geçiriyor.
"Biz, kendi işimize bakalım. Kongrelerimize, teşkilatların yenilenmesine ve tarihi hedeflerimize yoğunlaşalım" mesajı veriyor. Bu
hususu AK Parti Meclisi diyebileceğimiz
MKYK'da ve AK Parti Yönetim Kurulu
olarak tanımlayabileceğimiz MYK'da da
dile getiriyor.
Tabiri caizse
"Biz kendi yolumuza, onlar kendi yollarına" diye bakıyor.
***
AK Parti kurmayları ise Cumhurbaşkanı'nın çizdiği dairede kalarak, sahadaki gelişmeleri dikkatle takip ediyor. Kurulan ekipler, açık temas trafikleri, destek merkezleri vs hepsi etüt ediliyor.
Bir manada,
"Türkiye Programı" ana başlığı altında toplanabilecek hususları
tek tek masaya yatırıyor. Algı yönetimi
ile olguların gerçekliği arasında yeni
bir denge tasarlıyor. Hatta ekonomideki
dengelenme dönemine atıfla bu çabaya
"siyasi ve toplumsal dengelenme" biçiminde yaklaşım sergileniyor.
Özetle...
Duygular değil devlet aklı ağır basıyor.