Seçim süreci başladığında en çok "sahaya inme" tabiri kullanıldığına tanık oluyoruz. Siyasette, "Kim sahada, kim salonda?" diye baktığımızda şu an için tablo çok net. CHP ve örgütlediği bileşenler (ki içinde terör örgütünün siyasal yörüngesinden çıkmamakta direnen HDP de mevcut) henüz "kulis ve lobi faaliyetini" tamamlamış değil. CHP Genel Merkezi, yerelde iktidar olduğu sınırlı sayıda il ve ilçe ile buradan ürettiği siyasi ve ekonomik rantı kaybetmemek için büyük çaba içinde. Kendi içinde tükettikleri bu enerjiyi, ülke için kullansalar, belki de sosyal demokrat siyaset anlayışı yeniden inşa edilecek, çağın ve ülkenin gerekleri ile uyumlu hale gelecek. Ama nafile. Tabii bir hususu da göz ardı edemeyiz. Genel Başkan Kemal Kılıçdaroğlu, bir proje olarak CHP'nin başına getirildiğinde en çok CHP'deki yerel yöneticilerin kerameti kendinden menkul siyasal gücü ile mücadele etmek zorunda kaldı. İzmir'den Beşiktaş'a uzanan zincirde, milletvekili listesini bile belirleyen, adeta muhtıra veren başkanlara rastlandı. Kılıçdaroğlu, girdiği ilk seçimlerde partisindeki yerel güç odaklarına taviz de verdi. Kemal Bey'in bugün, sahaya çıkmak yerine hâlâ salonlarda kalmasını, büyük itirazlara rağmen aylar öncesinden belirlediği isimleri usul usul parti yönetimine kabul ettirmesini bilinçli bir stratejinin hamleleri olarak okumak gerekir. Haa, "Günün sonunda ne olur?" derseniz. Cevabı belli... "Küçük olsun benim olsun anlayışı içinde kaybederken bile kazandığını savunan" bir particilik!