Başkan Tayyip Erdoğan, "Ekonomik savaşı kaybetmeyeceğiz" dediğine göre, artık yaşadığımız olayın adı konulmuş demektir: "Ekonomik savaş!"
O halde yapacağımız ilk iş bir savaşın nasıl kazanılacağına odaklanmak olacaktır. Savaşta galibiyetin ön koşulu, milli imkân ve kabiliyetlerin seferber edilmesidir. Türkiye gibi haini bol bir memlekette, toplumun tüm kesimlerinin tüm gücü ile bu sert mücadeleye omuz verdiğini söylemek güç!
Bu durumda, kim dost, kim düşman diye bakmak gerekebilir.
Ancak, duyguların değil, çıkarların konuştuğu bir ortamda mutlak dostluk ve düşmanlık ayrımına göre savaşa girmek de çok zor. Zira asimetrik bir savaş söz konusu.
Geriye kalan husus, savaşın kazanılması için elde bulundurulacak mühimmat stoku ile ilgili. Biliyoruz ki, 15 Temmuz hain darbe girişimini durdurmak için canını feda eden bu onurlu millet, o günden beri durmak bilmeyen ekonomik operasyonlara karşı koymak için cephanesini büyük ölçüde tüketti.
Bu nedenle sıra, fedakârlıktan bahis açıldığında -almaza yatıp- yanındakine bakan ya da yine devletten medet uman büyüklerde. Yani 'kazan'ın hep doğurduğuna inananlarda!
***
Türkiye ekonomisinin kronik sorunları belli iken... Temelde ekonomi sağlam iken... Baş ettiğimiz sorunlara veya verdiğimiz savaşa akılla girmek mecburiyetindeyiz. Algı operasyonu, spekülasyon, fitne. Hepsine amenna. Bu faktörlerin ayrı ayrı rolünün olduğu ve bitip tükenmez şekilde, farklı kimlikte tezahür ettiğine de kuşku yok. Örneğin, ABD ile "
papaz meselesi" yüzünden yediğimiz kur şoku, müttefiklik ilişkisi açıdan utanç vericidir. Ve asla unutulmayacaktır!
Lakin... Hazine ve Maliye Bakanı
Berat Albayrak'ın dün çizdiği ekonomi çerçevesini ciddiyetle değerlendirmek herkesin boynunun borcudur. Bu bir tür "
paçayı sıyırma oyunu" falan değildir. Gün, "
elini ve gövdesini taşın altına sürüp sürmeyeceğine karar verme"
günüdür.
Madalyonun devlet yönüne gelince... Türkiye, "
enflasyonlu durgunluk sarmalına" girmemeye özen
göstermektedir. Bu yüzden, kamunun
ertelenebilecek harcamalarından başlanarak
bir dizi mali tedbiri aşama aşama
hayata geçirme gereği vardır. Bankacılık
sisteminin kur ve faiz türbülansına karşı
dayanıklılığı aynı zamanda kredi açtığı
reel sektörün direncine de bağlıdır. Özel sektörün değerli yatırımları yeniden yapılandırma bağlamında ele alınmalıdır. Merkez Bankası asli işine bakmalı,
Banka yönetiminin yerine ikame olma arayışlarına geçit verilmemelidir. Vatandaşa, açık ve samimi bilgi aktarımına devam edilmeli, milli sabır ve bağışıklıkla üstesinden gelinemeyecek sorun olmadığı ısrarla anlatılmalıdır.
Özet... Söz kadar icraatın, duygu kadar aklın, gariban kadar servet sahiplerinin,
özel sektör kadar devletin de sorumluluk üsteleneceği bugünleri birlikte aşmak durumundayız.