Öncelikle herkesin Bayramını tebrik ediyorum. Yine zorlu bir viraja giren bu güzel ülkenin, Bayram tadında günleri eksik olmasın...
Bayram günü, siyasi konuları yazmak adetten değildir. Lakin önümüz seçim. Bayram buluşmalarında, sohbetlerde gündem ister istemez "seçim!"
Seçimin sonucu için bugünden tahminde bulunmak doğru olmaz. Elimizde epeyce anket, gözlem, birikim, değerlendirme olmadığından değil. Duygusal kırılmaların, rasyonel kararların önüne geçtiği bir süreçteyiz. Sağduyunun, geleceğe dair umutların hâkim kılınması durumunda ulaştığımız sonuç ile şiddet ve karamsarlığın yaygınlaşması durumunda ulaştığımız sonuçlar hayli farklı. Yani seçimin kaderini; "olup bitenleri, tuzakları, senaryoları" anlatma çabasından ziyade, bunun bir adım ötesine geçerek "seçmeni ikna etme" becerisi belirleyecek. Tabii "ekonomik iklim" de ana tabloyu derinden etkileyecek. Kazanımların korunması ve üstüne refah katmanları eklenmesi vaadi ile düne ait hesaplaşmaya odaklanan ve hayal satan anlayış arasında tercih yapılacak!
***
7 Haziran seçimleri sonuçlandığında, seçmenin "
koalisyon mesajı" verdiği söylenmişti. Milyonlarca farklı gerekçe ile kullanılan oyları, mutlak koalisyon talebine bağlamanın acelecilik olduğunu savunmuştuk. Hatta "
seçimin sağlamasının" yapılması gerektiği üzerinde de durmuştuk. 7 Haziran şartlarında Türkiye, bir koalisyona hazırlıklı ve istekli görünmüyordu. O günden bugüne köprünün altından çok sular aktı. Ve 1 Kasım seçimleri için geri sayım başladı. İki seçim arasındaki temel fark, ülkenin tek başına iktidarla mı, koalisyonla mı yönetileceğini belirleme iradesinin artık tartışılamayacak olması. Gönül istiyor ki sandıktan tek başına iktidar vizyonu çıksın. Koalisyondan medet umanların, "
toplumsal tansiyonun düşmesi, farklı politik ajandaların birbirine yakınlaştırılması" gibi tezleri var. Oysa tansiyon olarak ifade edilen siyasal basınç "
kısa süreli kamuoyu yanılsaması" dışında düşmeyecek. Sadece baskılanacak. Nedeni gayet açık... Tansiyona yol açan "
anayasal nedenler" hemen ortadan kalkmayacak. Milletin oyları ile devletin yönetilmesi gerekliliği ile "
millet oyunu versin ama devletin yönetimine yandan ortaklıklar tesis edilsin" ısrarı arasındaki mücadele de devam edecek.
***
Tek başına iktidar derken... Arka planda bilek güreşi nasıl sürerse sürsün bilhassa AK Parti'nin vatandaşa "
yeni şeyler" söylemesi, "
iç dengelerini kurduğunu" göstermesi de zorunlu. Zirvede uyumunu sağlamış, politik söylemini güncellemiş, gelecek tasavvurunu netleştirmiş, eleştirilerden ders çıkarmış bir AK Parti, "
gönül koalisyonları kurabilirse", yanına ortak almadan ülkeyi yönetebilir. "
Yeni statüko", "
devlete abanma", "
kibir", "
bürokratik söylem" de dahil olmak üzere kimi pratik hayatta karşılık bulan, kimi tamamen algıdan kaynaklanan faktörlerin seçim meydanlarında zihinlerden arındırılması çok mühim. Aksi takdirde seçmen bu beklentisini şu veya bu düşünce ile "
iki partili hükümette" arayabilir. O zaman Türkiye, arka arkaya "
düzeltme/ dengeleme seçimleri" ile baş başa kalabilir.
İşin özü... "
Anayasa"dır. Yeni Anayasa yazılmadıkça, kamu yönetimi kökten değişmedikçe, yargıya güven artırılmadıkça, seçim ve siyasi partiler yasalarına neşter vurulmadıkça, siyasi şeffaflık düzenlemesi yapılmadıkça, ayrımcılıkla mücadele mekanizması kurulmadıkça, ekonomide yeni nesil reformlar başlatılmadıkça Türkiye patinaj yapar durur!