Küresel dengeleri etkileyen bölgesel güç olmanın ön şartlarından biri de "milli burjuvazinin" gerekliliğidir. Yani dış politikanızı, askeri gücün yanı sıra ekonomik unsurlarla da destekleyecek bir yapının varlığı önemlidir. Türkiye'nin, 2002'den bu yana yaşadığı hızlı değişim ve dönüşüm sürecinde, sermaye de çeşitlendi, çok merkezli kimlik kazandı. Ancak servet sahibi olmakla ölçek ekonomisi oluşturmak farklı şeyler kuşkusuz. Uluslararası arenada ağırlığınız, yabancı ortaklıklarınız, sanayi üretiminiz, ar-ge altyapınız, yaygın bayi ağınız ve finans ayağınız da olacak. Yetmedi... Kurumsallığınızı tescilleyen bir vakfınız, özel müzeniz, geleneksel hale gelen kültür- sanat sponsorluklarınız, sosyal sorumluluk projeleriniz bulunacak. Bu açıdan bakıldığında Türkiye'deki büyük grup sayısı bir elin parmaklarını geçmez...
***
Geçtiğimiz hafta kaleme aldığımız yazıda
Koç Holding'e açtığımız parantez, tahmin ettiğimizden de fazla ilgi çekti. Başbakan
Tayyip Erdoğan'ın, Koç'un Ford yatırımı için yaptığı daveti kabul etmesine özel anlam yüklendi. Öyle ya Erdoğan, Gezi olaylarının arka planında Koç'u veya profesyonellerini görmüş ve araya mesafe koymuştu. Pensilvanya ile Koç arasındaki yakınlaşma işaretlerini sert bir dille eleştirmişti. Bu arada, ocak ayında vefat eden Vehbi Koç Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı
Semahat Arsel'in eşi
Nusret Arsel'in cenazesine de katılım olmamıştı.
Geçen sürede, Irak Bölgesel Kürt Yönetimi Lideri
Mesud Barzani'nin yürüttüğü diplomasiye, Koç Grubu'nun, Ankara ile ilişkileri düzeltme ve yeni iletişim dili geliştirme arayışı eşlik etti. Kocaeli'ndeki fabrika açılışında Başbakan'ın, Semahat hanıma gösterdiği ilgi,
Rahmi ve
Mustafa Koç'la gerçekleştirdiği görüşme, bu dönemin başlangıcı olarak okunabilir. Hatta bana göre, iki taraf da birbirinin gücünü test ettiği için ilişkilerin yeniden formatlanması bir zorunluluktu.
***
Yeni dönemin kodlarına gelince...
Başbakan, seleflerinin aksine her seçimden güçlenerek çıktı. Gerek Çankaya süreci gerekse 2023 perspektifi Erdoğan ve ekolünün devam edeceğini herkese kabul ettirdi. Zaman zaman hükümetlerle karşı karşıya gelse bile "
Devletle kavga olmaz" ilkesini akılda tutan Koç Grubu, zaten "
çatışma ortamından çıkma" çabasında idi. Sistem eleştirisi ile siyaset eleştirisi arasına ince çizgi çekme gereği doğmuştu. Grup, Pensilvanya konusunu da "
gönüllü ittifak" gibi sunmuyor, konjonktürel güç dengesine göre alınmış "
geçici vaziyet" olarak takdim ediyordu. Bir bu kadar kritik husus da, Koç Grubu'nun "
burnundan kıl aldırmayan" yaklaşımını gözden geçirme ihtiyacında gizliydi. Şimdiye kadar beyaz Türklerin temsilcisi olarak meselelere İstanbul gözlüğü ile bakan Koç Grubu, elindeki değeri de keşfetti. "
Anadolu!" Anadolu'nun en ücra köşesine gitseniz mutlaka Ziraat Bankası ve bir Arçelik bayii görürsünüz. Belki de o bayilerin içinde AK Parti'nin il ve ilçe yönetiminde olup, yıllarca Koç Grubu ile ticaret yapmış olanlar da mevcuttur.
Yükselen yeni sermayeyi baskılamak yerine işbirliğine girmek, bu büyüme trendinin siyasetteki ağırlığını görmek, ülke yönetimini etkileyen güncel dinamiklere göre strateji geliştirmek Koç için de akıllıca tercihti.