Kriz anlarının kritik eşiği "yönetilebilir" ölçekte tutulabilmesidir.
Böyle anlar, yüksek yöneticilik ve liderlik yeteneği gerektirir.
Hemen herkesin kenara çekildiği, tribünlere çıktığı veya "Acaba ne olacak?" diye sorduğu bu süreçlerde, psikolojik üstünlüğün ele geçirilmesi ya da en azından krizin kontrol altına alınması temel faktördür.
Aksi takdirde...
Önce "belirsizlik" tüneline girilir.
Sonra, ülke "yönetilemezlik" sınırına getirilir...
Zaten bugün amaçlanan da budur!
***
Giderek derinleşen, artçı şoklarla canlı tutulan zorlu süreçte, bir değil birkaç adım sonrasının düşünülmesi artık kaçınılmaz!
Meselenin, camiayı da aşan yönleri bile hesaba katılmak zorunda.
***
Peki, ne olabilir?
"
Sürecin siyasi krize, oradan devlet krizine dönüşmesi önlenebilir."
Bunun yolu bellidir:
1- Kabine değişikliği ve çelik çekirdek ekiple seçime kadar işlere sahip çıkma kararlılığı. Dün gece gerçekleşen revizyon bu anlamı taşımaktadır.
2- Parti içi fay hatları önemsenip, kırgınlıklar askıya alınmalıdır.
3- Parça tesirli dosya ve sürpriz istifalara da hazırlıklı olunmalıdır.
***
Bütün bunlara rağmen, süreç içinde etkili bir "
aktör" ile son tahlilde alınacak bir "
karar" da stratejik konumda duruyor.
Bu noktadan itibaren Cumhurbaşkanı
Abdullah Gül'ün tutumu belirleyici nitelik kazanıyor. Gül'ün, Erdoğan'la birlikte hareket edeceği anlaşılıyor. Yarın siyasete dönecekse dahi bunun AK Parti tabanı olduğu görülüyor. Çankaya'nın "
varsa yanlış yapanlar" ile "
yanlış taktik verenlerin" ayıklandığı bir dönemi de hedeflediği anlaşılıyor. Yine de... Cumhurbaşkanı Gül'ün, Başbakan Erdoğan'la kardeşlik hukukunun gerektirdiği "
dayanışma çizgisinde" kalması "
değerli duruş" özelliği taşıyor.
***
Son noktada alınacak karara gelirsek...
"
Karakteristiği farklı olsa da bir tür darbe kimliği kazanmakta olan" sıkıntılı sürecin aşılması için "
erken seçim kartının" açılması.
Bu kozun kullanılması, 30 Mart'a kadar geçecek 3 ayın stres yönetimi ile doğrudan ilintili. Bilhassa ekonominin vereceği tepki ve parti bütünlüğü hayati gösterge...
Ama görünen o ki Türkiye 18 ay içinde üç seçimi yani yerel seçimler, cumhurbaşkanlığı seçimleri ve genel seçimleri taşıyacak kapasiteden uzaklaştırılıyor.
Adalet ve İçişleri bakanlıklarına yapılan atamalar ise bu oyunu bozma girişimi olarak okunuyor.
Ve her şeye rağmen perde gerisinde ana faktör öylece duruyor:
"
Türkiye, milli gücü ile bağımsız politika izleyebilecek mi, izleyemeyecek mi?"
Unutmayalım... Yüzde 50 oy almış bir partiye bile operasyon çekilebiliyorsa, yüzde 30'u ancak bulabilecek bir partinin Türkiye'yi yönetmesi imkânsızdır!