Türk bankacılık sektörü büyük değişimini ağır bedeller ödeyerek, hatta ödeterek 2000'li yılların başında gerçekleştirdi. "Banka sahipliği, sermaye yeterliliği, öz kaynaklar, kredi riski..." Pek çok konu yeni baştan ele alındı. Sonra ekonomideki iyileşmeye paralel olarak banka bilançolarının yapısı da değişti. Kamu borçlanması azaldıkça, bankaların sadece devlet iç borçlanma senetleri üzerinden tatlı kârlar elde etme şansı azaldı. Finans sektörü, asli işini keşfetti. Kredi veren, müşterisinin ayağına giden, KOBİ'leri adam yerine koyan bir stile döndü. Toplam aktifler içinde kredilerin payı yüzde 60'ı geçerken, menkul değerler cüzdanı yüzde 20'ye geriledi. Ancak bu aşamada bir başka kolaycılık başladı. "Yükleniriz bireysel kredilere. Hem tüketici kredisi veririz hem de ücret ve komisyon geliri tahsil ederiz" zihniyeti hortladı. Ve bu yüzden denizin bittiği noktaya varıldı. Hem siyasi otoritenin yaklaşımı hem de kamuoyu baskısı, bankaların faaliyet dışı gelirlerinin budanacağı sürecin önünü açtı.
***
Vatandaşın, "
Elini tuttu mu kolunu alır" diye tanımladığı "
geçiş dönemi bankacılığı" da artık sürdürülebilir olmaktan çıktı. İşin tuhaf tarafı "
bankaların kârlılığına" ilişkin algı ile gerçeklerin farkında düğümleniyor. Resmi veriler, bankaların öz kaynak kârlılığının yüzde 13.3 olduğuna işaret ediyor. Ancak İSO 500 listesindeki şirketlerin kârlılığı ile Borsa İstanbul'a kayıtlı farklı sektörlerdeki şirketlerin kârlılık oranı da yüzde 13.4. Yani finans sektörü ile reel sektör kârı aslında birbirine eşit...
Ayrıca... Gezi Parkı eylemlerinden sonra bazı bankaların imaj kaybı ile başlayan, giderek sektörün geneline yayılan ve dış gelişmelerle şekillenen tablo, ciddi bir duruma odaklanmamızı gerektiriyor. Nedir o?
"
Bankaların sermaye yeterliliği ve kârındaki erime!"
Güncel tahminler, sadece 1 aylık kur ve faiz farkının sektörün 8 aylık kârını alıp götürdüğünü gösteriyor. Sermaye yeterliliği de ortalama yüzde 17'den yüzde 15.9'a iniyor.
***
Tabii bütün bunlar, konjonktürel olarak da yorumlanabilir. Buna karşın, dikkat edilmesi gereken hususlar, anlık hareketlerden ibaret değil. "
Bankaların aracılık maliyeti hâlâ yüksek. Verimli alanlara kredi kullandırma kapasitesi düşük. Bilançolar, kur ve faize aşırı duyarlı. Kredi kapasitesi dışa bağlı. Ölçek yetersiz. Tüketici ve reel sektöre yaklaşım problemli."
Önümüzdeki dönemde BDDK'ya düşen görev, finansal istikrar adına daha fazla inisiyatif almak, sektörle yakın işbirliği kadar yakın gözetimin gücünü hissettirmek ve sektörü ikinci büyük dönüşüme teşvik ederek yeni Basel kriterlerine uyumu zorlamak olmalıdır!