Milli Eğitim Bakanı Ömer Dinçer'i, Başbakan Başdanışmanı olduğu günlerde tanımıştım. Kamu algısına, yeniden inşa mantığına gıpta etmiştim. Niyet okuyucuların hedef tahtasına oturttuğu günlerde dahi haksızlığa uğradığını bilerek onu, ayrı bir yerde tutmaya çalışmıştım. Sonra müsteşar oldu, bakan oldu. Ve maalesef haksızlığı yapan tarafa şimdi o geçti...
***
Her gün telefon, her gün e-posta...
Veliler, masa başındaki varsayım ile sahadaki gariplikler arasında sıkışıp kalmış.
66 aydı, 72 aydı derken perişanlar.
Kimi
"küçük" diye çocuğunu okula göndermek istemiyor. Ankara,
"Alacağım" diye bastırıyor. Veliler,
"Ama" diye ağzını açsa,
"Git devlet hastanesinden rapor getir" deniyor. Doktorların bundan haberi olmuyor. Hatta el altından korkutuluyor.
Rapor için Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi'ne giden de var. İnsaf, gerçekten insaf.
Bu ısrar niye?
İsteğe bırakmakta ne sakınca var?
Dileyen bu yıl anasınıfına gönderir, dileyen birinci sınıftan başlatır...
***
Ve bir diğer konu, eşi asker olan öğretmenlerin tayini...
Aslında Bakan haklı. Norm kadrolar tıka basa dolu. Depo tayine gerek yok. Zira ihtiyaç duyan yerlerde öğretmen bulunmuyor, büyük merkezlerde derse giremeyecek öğretmenler yığılıyor.
Gel gör ki Güneydoğu'da kelle koltukta mücadele eden askerlerin aklı, eşinin tayinine takılıp kalıyor. Aksi söylense de Genelkurmay düzeyinde ziyaret yapılsa da yeni düzenlemeden bahsedilmiyor. Haliyle moral bozuluyor.
Sistem mühendisi olarak bildiğimiz Bakan Dinçer'e, ülke gerçeklerini gözeten, sihirli çözümler üretme görevi düşüyor!