Anayasa değişikliği sürecinde son düzlüğe girdik. Doğrusu bayram vesilesi ile yaptığım ziyaretlerde, Ankara'da hâkim olan "korku havası"nın Anadolu'ya yayıldığını gözlemlemedim. Ama endişeyle teşhis ettiğim husus "kamplaşma" olgusu oldu. Neticede, anayasa oylaması gelir geçer. Bugünkü beğenilmezse oturulur yenisi yapılır. Buna karşın toplumu bir arada tutan özelliklerin akşamdan sabaha inşası mümkün değildir. Örneğin, Adapazarı. Tam bir Türkiye laboratuvarıdır. Farklı etnik kimlikten insanları barındırır. Hem tarım hem de sanayi kentidir. Barış içinde bir arada yaşamanın simgesidir. Sağ taban da vardır, sol taban da... Üstelik bölünme noktasında çok duyarlıdır Adapazarı halkı. Lakin şu anda durum farklılaşıyor. Özel okullarda bile "filanca görüşe mensup, falanca hareketin temsilcisi" biçimde ayrışma yerleşiyor. Peki ya Hendek? Toplu konut sözü verilmiş, zamanında teslim edilmiş. Otoyoldaki üst geçidin üzerine 'hayırlı olsun' yazısı yazılmış. İşgüzarın biri 'hayır' kısmını kartonla kapatmış. Aklı başında bir başkası ise kaldırmaya teşebbüs etmemiş. Oysa bunlara gerek yok. Neden mi? Çünkü halkın kafası net. Halk sadece 12 Eylül'e bakmıyor. 13 Eylül ve sonrasındaki gelişmelere daha çok kafa yoruyor.
***
Dedim ya anayasa değişikliği bir şekilde gerçekleşir. Konu, ülkenin bütünlüğüne geldi mi, akan sular durur. Bu yüzden, Doğu ve Güneydoğu'da kurgulanan senaryoya dikkat edilmesi, üniter yapının korunması her şeyin ötesinde önemli hale geldi. Sözünü ettiğim husus, 'boykot' meselesi.
Türkiye'nin bir bölümünde özerk yönetim kurma provasının, sinsi bir tarzda anayasa değişikliği oylamasına alet edilmesi. Emniyet Genel Müdürlüğü'nün tespitleri, bölgedeki seçmenin ortalama yüzde 25'inin seçimlerde sandık başına gitmediği yönünde. Demek ki bu boykot denemesini, o yöredeki seçmenin yüzde 75'i üzerinden hesaplamak daha doğru olacak. Peki, 'seçmen oy vermeye gitmezse ne yapılacak?' Biri çıkıp, 'Ben baskı görüyorum' demedikçe yapacak fazla bir şey yok. Nitekim emniyet birimleri de 'Biz, oy kullanmak için yola çıkan insanların ve oylarının korunmasına odaklandık' demekteler. Boykotun düzeyinin, etnik temelli kalkışmanın güç gösterisine dönüştürülmesi kadar tehlikeli bir oyun olamaz. Bu, anayasa tartışmalarını da aşan 'beka sorunu'na işaret eder. Etnik kimliğini ifade ve yaşama problemi olduğunu öne sürenlerin, bilhassa BDP'nin -eğer samimi çözüm isteği varsa- daha kaliteli demokrasi arayışına kayıtsız kalması beklenemez. Hele hele bu ülkede, bölgesel ve etnik temelli yeni sınırlar çizilmesini kimsenin kabullenemeyeceği bir gerçekken...
***
Tekrar halk oylamasının güncel eksenine bakacak olursak...
Görünen o ki seçmenin büyük çoğunluğu
"partisine göre oy" verecek. Hatta AK Parti için bu durum partiyi de aşacak şekilde bizzat Başbakan'ın duruşundan esinlenecek.
CHP için iki yönlü değerlendirme söz konusu.
1- Halk partisine mesafeli duran seçmen
Kemal Kılıçdaroğlu'nu test ediyor.
2- Yelpazenin solunda konuşlanmış seçmende 'sivil dikta' iddiası karşılık buluyor. Bu yüzden,
"kaygılı seçmen"deki huzursuzluğun hem sosyolojik hem de siyasal olarak merkezine inmek artık kaçınılmaz hale geliyor.
MHP'de ise... Standart partililerin dışında, daha önce ülkenin birliği adına tercihte bulunan ortalama seçmende kafa karışıklığı seziliyor.
Sözün özü...
Kararımız ne olursa olsun. Sandığa gidelim ve milli iradenin tecellisine katkıda bulunalım. Unutmayalım, anayasa değiştirme kültürü kolay yerleşmiyor.
13 Eylül sabahı bizleri ne zafer çığlıkları ne de mağlubiyet hüznü bekliyor. Asıl, Haziran 2011'deki büyük meşru siyasi hesaplaşma için geri sayım başlıyor...