5 Nisan ilginç bir gündü. 16 yıl önce Türkiye, piyasalarla inatlaşarak, kendi kendine kriz çıkarmış ve 5 Nisan 1994'te tedbir paketi açıklamıştı. O krizin bedeli ağır oldu. Siyaset doğrudan etkilendi. Hükümet yapısı bile değişti. Ancak krizden yeterli ders alınmayınca 2001'de daha büyük bunalım patlak verdi. Siyasi tablo yine büyük değişimler geçirdi. Bu kez 2008'e gelindiğinde durum farklı idi. Her şeyden önce, kriz lokal değil küresel ölçekteydi. Kamunun hatalarından, bankalarda üstü örtülen sorunlardan kaynaklanmıyordu. Altyapısı, üç partili koalisyon döneminde kurulan, AK Parti'nin de başarıyla uyguladığı program sayesinde Türkiye, örneğin Yunanistan'ın durumuna düşmedi. Nitekim geçtiğimiz hafta kesinleşen 2009 büyüme verileri de "Kötünün iyisi" dedirten cinstendi. 2009'da yüzde 6 civarında küçülmesi beklenen ekonomi, son çeyrek performansı sayesinde yüzde 4.7 küçüldü. Göreceli iyimserlik pompalayan bu sonuç, 2010 için umut verirken, 2009'da küresel krizin ülkeye yansımasına doğru teşhis konulamadığını da gösterdi. Ta ki 2009 yazındaki mali düzeltme kararlarına kadar. Ekonomi gemisinin yönü, yerinde manevra ile global sarsıntının ortasında düzeltildi. IMF cankurtaranı yedekte tutulduğundan ani şoklara karşı geçici sigorta fonksiyonu üstlendi. Şimdilik kaydıyla IMF desteğine ihtiyaç kalmadı.
***
Ekonomik krizler, Türk iş dünyasına verimli ve rekabetçi çalışma kültürü kazandırırken Ergenekon davası etrafında şekillenen hukuki ve siyasi iddialar da tüm sivil toplum kuruluşlarına
"asli işini yapmayı" öğretti. İşsizlik üzerinde kafa yorması, vergi yükünü düşürecek önerilere odaklanması gereken patron ve esnaf örgütlerine, siyasete müdahalede bulunmama, yönetime el koymaya hevesli üniformalılarla kol kola girmeme gereğini hatırlattı. Tabii ki ülkede yaşayan herkes, hele hele belli bir çıkar grubunu temsil eden legal örgütlerin hepsi siyaseti de yakından izlemek, anayasaya da ilgi göstermek zorunda. Bugün olan da bu. Oysa eskiden hemen herkes kendi işini bırakıp siyasete akıl vermeye, olmadı askeri gaza getirmeye çabalar, bu yolla güç ve imtiyaz devşirirdi.
Buradan sözü, hafta içinde konuştuğum
TOBB Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu ile
TİSK Başkanı Tuğrul Kudatgobilik'in,
"ekonomi öncelikli gündem olmalı" arayışına getirmek istiyorum. Her iki Başkan da diğer baskı gruplarının aktörleri ile biraraya geldiğinde, dertleri
"istihdamdı, yeni Ticaret ve Borçlar Yasası" idi. Şüphe yok ki TOBB'dan TÜSİAD'a, TİSK'ten TESK'e kadar bir çok sivil örgüt, anayasa değişikliği için kapısını çalan siyasilere görüş bildirdi.
"Uzlaşma"nın önemine değindi. Lakin işi gücü bırakıp
"aynasal taktik" vermeye soyunmadı,
"Aman, anayasa konusundaki siyasi tutum farklılığı, aylardır bekleyen bazı temel yasaları ikinci plana ittirmesin" dedi.
***
Tekrar
"büyüme" gündemine dönecek olursak. Dikkat edilmesi gereken nokta,
"erken havaya girme" riskidir. 2009'un ilk aylarındaki travmatik daralmanın ardından bu yılın ilk çeyreğinde, çift haneli büyüme sürpriz olmayacak. Özellikle, 2009 sonunda başlayan hafif canlanmanın,
"krizden çıktık" biçiminde yorumlanması aldatıcı olabilir. Evet, bazı göstergeler nispeten iyi gelmektedir. Ama bu aşamada söylenebilecek olan en fazla,
"2010'un 2009'dan iyi olacağı"dır. Bu ihtiyatlı yorum bile geçen yılın kayıplarını telafi etmeye yetmeyecektir. Türkiye, her an şekil değiştirme ihtimali de bulunan 4 faktör nedeni ile büyümüştür:
1- 2009'da alınan bütçe önlemleri. 2- Gelecek kaygısının kısmen ortadan kalkması ve güven unsuru. 3- Ertelenmiş talebin içeride ve dışarıda devreye girmesi. 4- Bankaların yeniden tüketici kredilerine yüklenmesi.
Hassas yön ise 2008'in ikinci çeyreğinden bu yana sabit sermaye yatırımlarının küçülüyor olmasıdır. Yeni kapasite yaratma, üretimi artırma gücü halen zayıf seyretmektedir. 2010 başında gözlenen sermaye malı ithalatı, teknoloji ağırlıklı olup, ilave istihdam açısından moral yanı dışında kısa vadeli katkısı yoktur.