Herkesin 15 Temmuz gecesine dair kendi hikâyesi var. Ben o uzun geceyi bir yıl önce işe başladığım televizyon kanalında, A Haber-ATV'de geçirdim.
Darbe günü akşam Cemil Barlas'la beraber hastanede tedavi gören Mehmet Barlas'ın yanından çıkmış benim eve doğru yollanıyorduk. Trafikteki gariplik dikkatimizi çekti. Geç saat olmasına rağmen Etiler'de ara caddeler bile aşırı yoğundu. Araçlar ters yönde gidiyorlardı. Twitter'da Boğaziçi Köprüsü'nde bir şeyler olduğu konuşuluyordu. "Terör saldırısı" diyen de vardı "darbe" diyen de.
"Darbe mi, yok artık bu çağda..." diye söylenerek eve girdik. Meğer oluyormuş. Televizyonu açtığımızda TRT'de darbecilerin "Yurt Sulh Cihanda Sulh" diye biten bildirisi okunuyordu. İş ciddiydi. Televizyon kanallarını susturuyorlardı.
İlk olarak olan biteni anlamak için Serhat Albayrak'ı aradım. Dinlediklerimden sonra "Kanala geçiyoruz" dedim. Bir süre eve gelemeyecek olma ihtimaline karşı yanımıza üç beş parça eşya alıp kanala doğru yola koyulduk. Maceralı bir yolculuktan sonra o dönem stüdyolarımızın bulunduğu Fulya'daki binaya ulaştık.
A Haber Müdürü Haluk Çimen, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ı yayına bağlamak için telefon trafiği yürütüyordu. Zira aynı dakikalarda CNN Türk de Erdoğan'ı yayına almak için uğraşıyordu. Ayaküstü durumu değerlendirip canlı yayına girdik. Stüdyoda Banu El vardı.
Derken Cumhurbaşkanı'nın o gece safları netleştiren ve gidişatı değiştiren o sözlerini ekranlardan tüm Türkiye'ye duyurduk:
"Tüm milletimi, meydanlara, havaalanlarına davet ediyorum. Siz dik durun yeter, biz ölümüne, ölümüne..."
***
HER ŞEY YENİ BAŞLIYORDU
Halk sokaktaydı ancak darbeciler de direniyordu. Dört bir taraftan askerlerin açtığı ateş sonucu ya da tankın altında kalarak feci şekilde ölen vatandaşların görüntüleri akıyordu. Cumhurbaşkanı'nın güvenliğinin sağlanıp sağlanamadığı meçhuldü.
Kuşkusuz at izinin it izine karıştığı bu kaotik saatlerde üstüne ağır bir yük düşen medya, darbecilerin ilk hedeflerindendi. Biz de bir yandan canlı yayını yaparken bir yanda da kanaldaki arkadaşlarımızla ve nöbetçi güvenlik elemanlarıyla binanın güvenliğini sağlamak için kendimizce planlar yapıyorduk. Ayrıca yayınların içeriden sabote edilmesi ihtimaline karşı da uyanık olmalıydık.
Atmosfer ağırdı, ancak kimsede telaş yoktu. O gece kanaldaki herkes soğukkanlılıkla görevini yerine getirdi. Mesaisi bitenler bile ailelerin yanına dönmedi.
***
KANALI BASMAYA GELENLER KAYBOLDU
Sabaha doğru binanın ön kapısının açıldığı caddede nöbet tutan polis memurlarından öğrenecektik ki meğer çok şanslıymışız.
Heyecandan olan biteni gözleri yaşararak anlatan genç memur şunları söylüyordu: "Gece sokağa bir otobüs dolusu asker geldi. Ancak bizi kalabalık sanıp geri döndüler, binanın arka kapısına yöneldiler. Orada da kaybolmuşlar."
Evet şansımız kanalın özel bir üniversiteyle ortak kullandığı, tadilatı da düzenlemesi de hiç bitmeyen nam-ı diğer toprak binanın labirenti andıran mimarisiydi.
Zira binanın üniversite girişi olarak kullanılan arka kapısından girmeye çalışan askerler inşaat işçileriyle karşılaşmışlar ve "Burada üniversite inşaatı var" cevabını alınca yandaki Digiturk binasına yönelmişlerdi.
A Haber ve ATV stüdyolarının Barbaros Bulvarı'ndaki Sabah'ın ana binasında olduğunu düşünen darbecileri ise gazetenin önüne araçlarını çekip anahtarlarını ceplerine koyan vatandaşlar, taksiciler engellemişlerdi.
A Haber'e baskın girişimiyle ilgili görülen ve 66. Mekanize Tugayı Davası ile birleştirilen davada pek çok sanığın ağırlaştırılmış müebbet de dâhil ağır cezalara çarptırıldığını hatırlatalım.
***
COŞKU
Elbette yalnızca Turkuvaz Grubu'nda değil, o gece kışlada, sokakta süren mücadelenin bir benzeri FETÖ'cü darbecilerin hedefindeki diğer televizyon kanallarında da yaşandı.
O gece FETÖ'cü darbecilerin ekmeğine yağ süren yayınlarla kime muhalefet ettikleri iyot gibi açığa çıkanlar hariç, meslektaşlarımızın büyük çoğunluğu fedakârca görevlerini yerine getirdiler. Herkes kendi payına dersler çıkardı.
8 yıl sonra o uzun geceyi düşününce hissettiğimse tek kelimeyle coşku. Yıllarca "gocuklu celep kaldırınca sopayı" diye küçümsenen bir halkın uysal koyun olmadığına, iş başa düşünce gözünü kırpmadan canını ortaya koyduğuna şahit olmanın coşkusu.