Ermensitan'da 24 Nisan anmalarında, tişörtlerine kocaman haçlar çizili adamların Türk bayrağını yakmaları beni zerre kadar tahrik etmiyor.
Bu seviyede etkinliklerle tatmin olan insanların, kitlelerin ağzından çıkanın ne hükmü olabilir ki?
İki halkın da acılar çektiği bir trajediyi, bir asır sonra böylesine bir nefretle, intikam duygularıyla anan bir bünye ciddiye alınır mı?
Toprakları bol olsun, meslektaşlarımız, dostlarımız Hrant Dink de Markar Esayan da bu leşliğe hiç prim vermediler.
Çünkü 1915'e baktıklarında iki halkın barışması gerektiğini şiddet hissedecek kadar entelektüeldiler.
Talat Paşacılarla Ermeni milliyetçilerin sosyal medyada kozlarını paylaştığı bugünlerde eksiklikleri ne çok hissediliyor...
Baksanıza, daha derin bir adam sandığımız HDP Milletvekili Garo Paylan Meclise "Ermeni Soykırımı tanınması" için öneri veriyor!
Bırak Allah aşkına Garo.
Onca yıl içinde gelip varacağın nokta Taşnakçı pozları kesmek, diaspora lobicisini oynamak mı?
Hitap ettiğin kitle bu mu?
Mevzuun parlamentolardan çıkacak resmi kararlarla tartışılması sığlığa ne ara düştün?
Türkiye, Ermeni milliyetçilerin simetrisine denk düşen resmi pozisyonunu çoktan aştı, görmüyor musun?
Türkiye Cumhurbaşkanı'nın dün Ermeni Patriği Maşalyan'a gönderdiği tarihi 24 Nisan mesajını bak:
"Yüzyıllarca sevinç ve tasada ortak olan bizlerin, geçmişin yaralarını birlikte sarması ve insani bağlarını daha da kuvvetlendirmesi önemlidir. Bu anlayışla acıları büyütmek yerine bin yıla varan köklü birlikteliğimizden ilham alarak geleceği beraber inşa etmemiz gerektiğine inanıyorum. Nitekim komşumuz Ermenistan'la bu amaçla olumlu bir süreci başlatmış bulunmaktayız. Normalleşme sürecinin, iki komşu ülke arasında yakın iş birliğinden yana olan Ermeni kökenli vatandaşlarımızca da samimiyetle desteklendiğini biliyor ve bunu çok önemsiyorum."
Şimdi senin mi faydan var yaşayan Ermenilere, Türklere, insanlara... yoksa Erdoğan'ın mı?
***
SANATÇISI DEVLET MEMURU OLAN BİR MİLLETİN HAYAT DAMARLARINDAN BİRİ KOPMUŞTUR
Oyuncu Reha Özcan, gazeteci Yusuf Demir'e verdiği röportajda devletten aldığı memur maaşının azlığından yakınıyor:
"1987 yılında Devlet Tiyatrosu'na girdiğimizde milletvekilleriyle aynı maaşı alıyorduk..."
Devletin askeri, polisi, hekimi, itfaiyecisi olur da tiyatrocusu neyin nesi?
Öyle ya genel kabul gören tanımıyla sanatçı dediğin, otosansürün iş tanımı gereği normal olduğu resmi bir pozisyonu zorla bile kabul etmez.
Hadi etti diyelim... Alır maaşını, işini yapar. Devletinin onayladığı haliyle metinleri tekrar tekrar canlandırır... En azından devlet ve tiyatrocu arasındaki bu amorf ilişkiyi içselleştirmez, kutsallaştırmaz.
Bir yandan Brecht tiratları atıp öte yandan 657'den aldığı memur maaşının milletvekilleri gibi "devletlüler" seviyesine çıkartılmasını talep etmez.
"Halkımız aydınlansın, kültür hizmetlerine ulaşsın, ilgisi artsın diye..." devri de bitti.
Hem 1940'ların Türkiye'sinde yaşamıyoruz hem de Hikmet Kıvılcımlı'nın dediği gibi, halkı bilinçlendirmek dolamayı pirinçlendirmeye benzemez.
Ahalinin, amir memur hiyerarşisi içinde yeşerttiğiniz "kültürlendirmenize" ihtiyacı yok.
Mesela en son Oya Başar ve Begüm Birgören'in 'Plastik Aşklar'ını ve Burcu Görek'le Dilara Gül'ün oyunculuklarıyla yurt dışında ödül aldıkları 'Uyandığımda sesim yoktu'sunu izledim.
Her biri, sahneye devletin maaşı, güvencesi olmadan çıkan "sivil oyuncular..."
Ve kapalı gişe oynuyorlar.
Varsa sanatınız, siz de buyurun sahneye...
Maaşımız, ayrıcalığımız azalıyor diye yakınmak inanın komik kaçıyor.
Bu köşe yazısını aşağıdaki linke tıklayarak sesli bir şekilde dinleyebilirsiniz