AB yöneticilerinin hafta başında Türkiye'ye gelerek Cumhurbaşkanı Erdoğan'la yaptıkları görüşme bir diplomasi başarısıydı.
Kışa döndü denilen Türkiye ile AB arasında iklim yeniden Akdeniz oldu.
Ne yazık ki Külliye'deki bu parlak zirve, günlerdir protokol kriziyle konuşuluyor. Zira Avrupa Konseyi Başkanı Charles Michel'in Erdoğan'ın yanındaki koltuğa oturmasıyla, Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen nereye oturacağını şaşırmıştı.
Mevzu öyle büyütüldü ki, İtalya Başbakanı Mario Draghi, Erdoğan'a "diktatör" bile dedi.Elbette az oy aldığı için hükümetini henüz kurabilen Draghi seviyesindeki bir siyasinin, Erdoğan gibi 19 yılda girdiği her seçimden net zaferlerle çıkan bir lidere salvolarının önemi yok...
Toplantıda yer alan AB liderleri bile "Türkiye bizim verdiğimiz protokolü uyguladı" derken, verilen bu aşırı tepkilerin bağcıyı dövmeyi hedeflediği de açık.
Kaldı ki Erdoğan'ın yanındaki koltuğu Leyen'e teklif etmeyen Michel'e niçin kimse bir şey demiyor, anlayabilmiş değilim.
Keşke görüşmede AB'nin değil Erdoğan'ın protokolleri uygulansaydı...
Zira Cumhurbaşkanı'nın resmi gezilerdeki toplu röportajlarında erkek gazetecileri, kadınlara yer vermeleri konusunda tatlı sert uyardığına içimin yağları eriyerek defalarca şahit oldum. Bu konuda çok hassas olduğunu biliyorum.
Eminim AB protokolü olmasa Erdoğan o koltuğa Bay Michel'i değil Ursula Hanım'ı oturturdu.
***
BİZİ DE BU GÜZEL HAVALAR MAHVEDİYOR
Herkes aynı şeyi soruyor.
Ne oldu da vakalar bir anda tırmanışa geçti. Yayınlanan listelerde Türkiye, Hindistan ve Fransa'nın ardından üçüncü sıraya yükseldi.
Yerinde bir soru. Zira Türkiye, açık havada maske zorunluluğu ve sokağa çıkma gibi tedbirlerle dünyanın en sıkı izolasyon uygulayan ülkelerinden.
Bizimle birlikte vaka sayıları artan birkaç Avrupa ülkesi hariç, başka hiçbir memlekette bu kadar sert tedbirler yok.
O halde son dönemdeki vaka artışlarının başka bir sebebi olmalı değil mi?
Mesela bu senenin mevsimsel gribi olduğu kabul edilen korona üzerindeki mevsimsel sebepler...
Bahara geçiyoruz. Gökyüzünde şenlik var!
Gün içinde dört mevsimi yaşıyoruz.
Dün sabah İstanbul'da güne güzel başladık.
Öğlen karla karışık yağmur yağdı.
Öğleden sonra yaz güneşi açtı.
Akşamsa ilkbahar rüzgârı vardı...
Bu değişkenliğe uyum sağlamak için insanın yanında gardırop taşıması lazım.
Bilim Kurulu daha fazla yasak talep etse, devletimiz de bizi korumak için devreye girse diye beklemenize gerek yok.
Zamanında Orhan Veli'nin şiir yazma hastalığını nüksettiren bu güzel havalarda kendimize daha fazla dikkat etmek elimizde.
Üşütmeden duramıyoruz diye tüm 3 hafta ülkeyi kapatmaktan, hayatı durdurmaktan daha pratik bir çözüm bence.
***
MUHTIRACI EMEKLİ AMİRALLER KİMİN TARAFINDA?
Dün Dışişleri Bakanlığı'ndan yapılan açıklamada, "Haftaya 2 ABD savaş gemisi Boğazlardan geçerek Karadeniz'e geçiş yapacak. Savaş gemileri 4 Mayıs'a kadar Karadeniz'de kalacak" deniliyordu.
Diplomatik kaynaklardan öğrendiğimize göre ABD, Rusya'nın Ukrayna'ya yönelik askeri tehdidi nedeniyle kalkışacağı bu hamleyle ilgili başvurusunu iki hafta önce Türk Dışişleri'ne yapmış.
Rusya ise bu gelişme karşısında, "Bu tür faaliyetlerin, Karadeniz'e kıyısı olmayan ülkelerin gemileri için sınırlamaları ve kalış sürelerini belirleyen Montrö Sözleşmesi hükümlerine sıkı sıkıya bağlı olarak yürütülmesi önemlidir" diyor.
Rusya ile ABD arasındaki denizlerimizde geçen restleşmeye, gece yarısı bildirisiyle dahil olan emekli amirallerin durup dururken Montrö'den bahsetmelerini hatırlayınca sormadan edemiyorum.
Acaba hangi tarafı tutuyorlar?
Türkiye'yi mi?
İyi de o zaman muhtırayı, Türkiye'yi bu düelloya dahil etmeye çalışan Rusya'ya ve ABD'ye değil de niçin kendi ülkelerinin hükümetine verdiler?
Montrö'yü yüz yıl sonra tartışmaya açan onlar değil mi?
Yoksa vatanseverliğin tanımı mı değişti?
Bu köşe yazısını aşağıdaki linke tıklayarak sesli bir şekilde dinleyebilirsiniz