Artık her şeyi sayıyoruz ama bazılarını konuşuyoruz.
TÜİK verilerine göre günde ortalama 1200 kişinin öldüğü 82 milyonluk ülkede her gün ekranlardan bir hastalık nedeniyle ölen insan sayısını veriyoruz. Şaka gibi ama hatta burun akıntısı, baş ağrısı kesilen hasta sayısını bile...
İnsanlarda öyle bir ruh hali oluştu ki, sanki koronadan korunabilirlerse kendilerine karada ölüm yokmuş gibi hissediyorlar.
Koronadan çok daha fazla can alan kanser gibi hastalıkların tedavisi için hastaneye gitmek lüks sayılır oldu. Korona ölümleriyle yarışan intiharları, salgına dönüşen bir sağlık sorunu olarak konuşan bile yok.
"Kadına şiddet" başlığıyla tartışılan cinayetlerle ilgili durum da farklı değil.
Örneğin, 2020'de 269 kadın öldürülmüş bunların 152'sinin ölümü şüphe içeriyormuş.
Aynı yıl içinde kaç erkek öldürülmüş, konuşmuyoruz.
Hatta bunu sorunca fırça yiyoruz.
Sanırım şiddetin, erkek cinsinin kadına özgü saldırganlığından ibaret bir olgu olduğunu kabul etmemizi istiyorlar.
Haliyle eldeki çekiç bu olunca da her somut olayı, sözünü ettiğim algıyı zihnimize çakmak için çivi olarak kullanıyorlar.
Örneğin, Öğretim Görevlisi Aylin Sözer'in, Kemal Ayyıldız isimli bir şahıs tarafından yakılarak öldürülmesi.
Sosyal medya ve basın, vahşeti anında "aşk cinayeti" senaryosuna oturttu. Ayyıldız'ın maktulün eski sevgilisi olduğu iddiası üzerinden bir hikâye kurguladı.
Ne var ki çok geçmeden aile, Ayyıldız ile Sözer arasında hiçbir ilişkinin olmadığını açıkladı. Katilin Aylin Hoca'nın evine zorla girerek banka hesabından para çalmaya çalıştığını ve gaspın ardından da bu vahşeti gerçekleştirdiğini anlattılar.
Peki, öğrendiğimiz bu ayrıntıları konuşmamız neyi değiştirir?
Çok şeyi değiştirir.
Mesela katilin, Aylin Sözer'e yaptıklarını, kendinden güçsüz gördüğü bir erkeğe, çocuğa, hasta, yaşlı, yatalak birine, bir hayvana gözünü kırpmadan tekrar edebileceği gerçeğini düşünmemizi sağlar.
Şiddetin, cinsiyete özgü ya da ona yönelik tehditten daha kapsamlı bir tehlike olduğunu anlamamızı sağlar.
Cinsiyet ayrımı yapmadan, bireyin bedensel bütünlüğü koruma hakkının işlevsel yasalarla garanti altına alınması talebini gündeme getirir.
***
Bu köşe yazısını aşağıdaki linke tıklayarak sesli bir şekilde dinleyebilirsiniz
SİZE KİM İNANIR?
2020 adeta 365 gün süren bir samimiyet testi gibiydi.
Zülfü'nün "Ey özgürlük" şarkısını mırıldanarak gezinenlerin, ota çiçeğe itiraz edenlerin izolasyon tedbirleriyle varlığını hissettiren devlet aygıtının yasaklarına nasıl uygun adım alkış tuttuklarına şahit olduk.
Bu yıl kadın dernekleri için de hezimetti.
CHP'de birbiri ardına patlayan taciz ve tecavüz skandallarının ardından "Kadının beyanı esastır" demeyi bıraktılar.
Bu iddiaları ağızlarına bile almadılar... Hatta aralarında "Flört olabilir, abartmayalım" diyerek CHP Genel Merkezi'yle birlikte skandalın üstünü örtmeye çalışanlar bile vardı.
Akşam gazetesi yazarı sevgili arkadaşım Kurtuluş Tayiz bu rezil hali çok güzel özetliyor:
"AK Parti veya dindarların karışmadığı hiçbir olayın skandal olma ihtimali yok bu ülkede."
***
HA SEVERSİN SEVMEZSİN O AYRI KONU...
2021'den mütevazı beklentilerim var.
Mesela, artık analizlere başlarken şu "Ha seversin sevmezsin o ayrı konu..." girizgâhını kullanmayı bıraksak.
Zira bu kadar orta yolcu, goygoycu bir kalıp olamaz.
Tıpkı ama gibi... Sonrasında gelen her söz kifayetsiz kalıyor.
***
SÖZCÜ FELAKETİ
Sözcü gazetesi 2020'nin felaketleri arasında Ayasofya'nın ibadete açılmasını da saymış.
Şüphesiz kendileriyle aynı çağda yaşıyoruz; bereket aynı çağın insanları değiliz.