Açık havada maske ve sokağa çıkma yasakları gibi izolasyon tedbirleri konusunda eleştiri yaptığımda sosyal medyada beddualarla karşılaştığım oluyor:
"İnşallah siz ya da bir yakınınız koronaya yakalanır da..."
Pandeminin "yalan" olduğu ya da bana bulaşmayacağıyla ilgili bir beyanım olmadı. Nasıl olsun ki?
Ayrıca papağan gibi tekrar edilenler dışındaki bilimsel tezleri duyunca şirazesi kayan arkadaşların içini soğutacaksa ilk dalgada ailemden koronaya yakalanan da oldu. Çok şükür şimdi sapasağlam.
Kızmıyorum elbette.
Çünkü koronanın beyin ve sinir sistemi üzerindeki etkileriyle ilgili iddialar muğlak olsa da yaratılan korkunun muhakeme yeteneğimizi esir aldığı ortada. Yerli ve yabancı basının yedi yirmi dört pompaladığı panik havasına kapılmadan kanaat oluşturmak zor iş.
Bu yüzden soğukkanlı bir şekilde anlatmaya devam edeceğim.
***
İşlevsiz yada daha büyük sorunlara yola açabilecek izolasyon tedbirlerini bilimsel tezlerle tartışmaya açmak
korona reddiyeciliği değildir...
Açık havada maske zorunluluğu, 65 yaş üstüne sokağa çıkma kısıtlamaları, seyahat ve ticaret engellemeleri gibi, artık
bir asayiş protokolüne dönüşen uygulamaları sorgulamak "çıkıntılık" sayılmaz.
Maskenin, eldivenin, patronun ya da müşterinin takmadığı, ancak işçinin, garsonun taktığı bir statü simgesi haline dönüştüğünü söylemek
hiçbir tedbir almayalım diye tercüme edilemez...
Sağlığımızı koruyacağı bilimsel olarak kanıtlanmayan bir takım izolasyon tedbirlerinin yarattığı durağanlığın, daha
şimdiden on binlerce çocuğun aç kalmasına ve ölmesine neden olduğunu anlatmak "kapitalistlik" olarak okunmaz...
DSÖ tarafından yavaş yavaş ısıtılan
"ömür boyu maske," "sokakta denetimli yaşamın kalıcılaşması" gibi
doğal ve demokratik hayatı tehdit eden önerilerden şüphe etmek komplo teorisyenliğine girmez...
Bilim kurullarından
vatandaşın uyacağı polisiye tedbirler yerine, kimi cesur hekimlerin ileri sürdüğü korunma ve tedavi yöntemlerine odaklanmalarını talep etmek
bilimi değil işgüzarlığı reddetmektir...
Yaratılan korkudan kaynaklı telaşın ve belirsizliğin, yaşlıları, çocukları ve emektar sağlık çalışanlarını
başka fiziksel ve psikolojik sorunlarla baş başa bıraktığını söylemek sorumsuzluk olarak yaftalanamaz.
Ciddi bilim insanlarının şimdilik gülüp geçtiği "aşı müjdelerine" mesafeli durmak, fıkradaki gibi
"ölürsem öleyim, canım sağ olsun" demek değildir.
***
Zaten bir gazeteci olarak işim de tam olarak bu... Suskunluk sarmalı ne kadar derin olursa olsun gördüğümü, doğru bildiğimi, dile getirilmeyeni anlatmak.
Öyle ya, kamuoyu algısına uymak ya da onu yönetmek benim için bir hedef ya da görev değil.
Konuşmaya, yazmaya devam edeceğim. Dindar ve seküler bedduacılarım dahil hepinize de sağlıklı, mutlu ve özgür günler dilerim.
Zira "düğümün çözüleceği" kasımdaki ABD seçimlerine kadar
şüyuu vukuundan beter bu belayla her şeyden çok meşgul olacağımız anlaşıldı.
Birbirimize, umudumuza, dayanışmamıza, iyi dileklerimize ve aklımıza her şeyden çok ihtiyacımız olacak.