Yobazlık sıfatı yıllardır dindarları, muhafazakârları tarif etmek için kullanılıyor. Bilinç düzeyinizden bağımsız olarak gözünüzün önünde nasıl bir prototipin şekillendiğini görebiliyorum.
Sarıklı, kipalı, cüppeli ve çoğunlukla sakallı somurtkan bir adam.
İşin daha ilginci, yobaz, bağnazlık örneklerinden çok adeta dinlerin tüm sistematiğini tarif etmek için kullanılıyor.
Ne yaptığınızın söylediğinizin hiçbir önemi yok... Kendinizi dindar ya da muhafazakâr olarak tarif ediyorsanız söyleyeceğiniz ve yapacağınız her şey otomatikman bir bağnazlık ürünü sayılıyor.
Bu hiç adil değil.
***
Çünkü
bağnazlık, yalnızca dinlere inananların ya da muhafazakârların saplanacağı bir bataklık değil.
Yüzyıllar boyunca
bireyin inanma ihtiyacını bir zaaf, "yanlış bilinç" örneği olarak yorumlayan
seküler ideolojiler için de bu tehlike en yakın tehdit.
Hatta
seküler anlatıların (Komünizmden faşizme kadar) kendilerini
dini söylemden ayırıp ayrıcalıklı bir konum
elde etmek için
sırtlarını dayadıkları bilimsel söylem için de...
Örnek mi?
Geçenlerde de adını anmıştım... Bakın, pandemiyle ilgili bir tezi nedeniyle linç edilen Profesör Dr. Didier Raoult bilimin içine saplandığı son bağnazlık
bataklığını nasıl tarif ediyor:
"Toplum din dışına doğru kayarken bilimin kendisi dine indirgeniyor.
Bir tartışmaya son verilmek istendiğinde 'Bu bilimsel' denip geçiliyor. Oysa bir bilim cemaati olamaz,
bilimde tek seslilik olmaz."
***
Aslında Profesör Raoult'nun maruz kaldığı modern engizisyonu bizler gündelik hayatımızda hissediyoruz.
Yalnızca bilimsel tartışmalarda değil, politik düzlemde
de seküler ideolojiler bağnazlığı yaygınlaştırıyorlar, normalleştiriyorlar.
20-30 yıllık geçmişi olan politik doğruculuk kalıplarını, adeta bir dini buyruk gibi tartışılmaz ilan edip farklı
düşüncelerin üzerinde Demokles'in kılıcı gibi
sallanıyorlar.
Feminizm, çevre hareketleri, pandemi, ya da bir nefret objesine çevrilen Trump konusunda
"küresel egemen söyleme" alternatif bir tweet atın, ne dediğimi daha iyi anlarsınız.
İşin daha da garip yanıysa,
bu yobazların ülkedeki özgürlükçülük tekelini hala ellerinde bulundurmaları.
Durun bir düşünün,
en son hangi özgürlüğü talep ettiler?
Hayır, yasalara göre suç işleyen
seküler müritlerinin salıverilmesi mücadelelerinden bahsetmiyorum.
Çünkü özgürlükçülük, hürriyetçilik örgüt disiplini değildir...
Sözünü ettiğim,
kullanmayacakları bir hakkı ne zaman talep ettikleri?
"Teslim olunan değişim içinde sürekliliğe" inanan muhafazakârlığa karşı,
"
sürekliliği insan müdahalesiyle değiştirebileceğine" iman edenlerin bağnazlığını
da cesurca konuşacak özgürlükçü aydınlar
aranıyor.