Başbakanlığı döneminde Ahmet Davutoğlu'nu eleştiren bir avuç gazeteciyi "pelikancı" diye yaftaladılar.
Kimse bu Pelikan'ın ne olduğu tam olarak bilmiyordu. Hatta, bu linç kampanyasını yapanlar da...
Öyle ki, Erdoğan'ın Külliye'ye gitmesiyle Davutoğlu'na oynayan bir grup Siyasal İslamcı ve onlara ilişen ikbal pervanesi yazarlar her gün başka bir yere yamıyordu bizi.
Nargileci trolleri Can Paker'le tatilde çekilmiş bir fotoğrafımızı "İngiliz derin devleti adına çalıştığımızın" delili olarak yayıyorlardı. İçinde bulunduğumuz teknede Kraliçe'nin bayrağının olmasının başka ne açıklaması olabilirdi ki onlara göre?
Bu trajikomik cadı avı Davutoğlu'nun Başkanlıktan ayrıldığı günlerde de devam etti; Pelikancılar listesi genişledi de genişledi...
Örneğin Davutoğlu'nun 16 Nisan 2017 referandumda partisinin "evet" kampanyası için çalışmadığını iddia eden yazarlar da şüphesiz ki Pelikancıydı!
Davutoğlu o günlerde çıktığı televizyon programlarında ve mitinglerinde bunu söyleyen gazetecilere "iftiracılar", "kumpasçılar" "bölücüler" diye hakaretler savuruyordu...
Gelin görkün ki aynı Davutoğlu dün 3 yıl sonra çıkıp şunları söyledi:
"İlk defa burada söylüyorum. Başkanlık referandumuna 'evet' çağrısı yaptığıma şahit olmadı kimse, o günlerde bizi televizyona çıkarıp da bu konuları paylaşacak tek bir cesur televizyon kanalı çıkmadı."
Pes...
İyot gibi açığa çıkmanın, iftira dediğini itiraf ederken yakalanmanın daha dramatik bir örneği olabilir mi?
Pelikancı diye nefret objesi haline getirmeye çalıştığınız, işiyle oynadığınız insalardan ne zaman özür dileyeceksiniz?
Evet size diyorum!
***
Müsterih ol Mevlüt
Günaydın yazarlarımızdan Mevlüt Tezel geçtiğimiz gün Soner Yalçın sansürü" başlıklı yazısında, uğradığı sükûtu hayali şu sözlerle itiraf ediyordu:
"Ünlü gazeteci-yazar Soner Yalçın hakkında bu başlığı atacağım hiç aklıma gelmezdi ama onu sansür yapmakla suçlayan bir profesör... Her fırsatta sansürden dert yanan Yalçın'ın, fikirlerine karşı çıktığı için kendi yazarının yazısını yayımlamaması sansürdür.
Önce ben de sizin gibi, "isim benzerliği falan olmalı" diye düşündüm.
Öyle ya, karanlık odasında yaptığı bel altı gazetecilikle, itibar suikastlarıyla akla gelen Yalçın'a sansür yaptı diye bozulacak kaç kişi bulabilirsiniz ki memlekette?
Meğer karışıklık falan yokmuş...
Mevlüt'ün "Bu sansür sana hiç yakışmadı" diye sitem ettiği bildiğimiz Yalçın'mış.
Ne diyeyim arkadaşım?
Üzüldüğüne değmez. Bir de Allah başka dert vermesin.