İktidarı belirleyen siyasi dalgalanmaların, genelde toplumun özgürlük ile güvenlik arasında yaptığı tercihe göre şekillendiğini gözlemliyoruz.
Uzun yıllar devam eden tek partili döneminin küresel konjonktürle de bağlı aşırı güvenlikçi politikaları, "Yeter söz milletindir" diyerek özgürlük vaad eden Menderes'in önünü açtı.
Tıpkı 70'lerin sonuna kadar süren siyasi ve ekonomik istikrarsızlığın geniş halk kesimlerinde yarattığı güvenlik talebinin, 12 Eylül darbecilerine aradığı toplumsal meşruiyeti vermesi gibi...
Ancak seçmenin güvenlik ve özgürlük döngüsündeki tercihini değiştirmesi sosyolojik olarak kaçınılmazdı.
Evet, Kenan Paşa bir sağdan bir soldan kırkını astığından beri sokakta her gece üç beş genç birbirini öldürmüyordu belki... Ama küreselleşme dünyanın rengini sonuna kadar açmışken siyah beyaz TRT hiç çekilmiyordu mesela.
İşte Türkiye'nin Özallı sivil yıllarının önünü açan da toplumun psikolojisinin siyasetten, ekonomiye kadar her alanda daha fazla özgürlük talep eden bir noktaya evrilmesiydi.
***
Tayyip Erdoğan'ı uzun yıllar iktidarda tutacak dalgayı kabartan da
90'ların güvenlik devletinden bıkan
Kürt seçmenin ve 28 Şubat'ta iflahı kesilen
muhafazakârların kitlesel
özgürlük talebi oldu. Bu
karanlık dönemde okuduğu bir şiir yüzünden hapse düşen Erdoğan, yıllarca
merkeze sokulmayan çevreler için canlı bir siyasi rol modeldi.
Erdoğan, Türkiye tarihinin gördüğü en büyük finans krizi olan 2001 yılındaki depremin ardından girdiği seçimlerde
kent yoksullarının da oyunu alıp iktidara geldi.
Dev yatırımları ve altyapı çalışmalarının yanı sıra orta sınıfı da kayda değer şekilde genişletti. AB ile tam üyelik sürecinin başlatılması, düşünce ve ifade özgürlüğü alanında yapılan reformlar,
12 Eylül Anayasası'nın sivilleştirilmesi, geçmişle yüzleşme, Çözüm Süreci gibi cesurca adımlar attı.
***
Türkiye siyaseti, 2013 yılından beri de
kemik seslerinin yükseldiği sert bir mücadeleye sahne oluyor.
Elbette bu sertliğin sorumlusu tek başına
yerel dinamikler değil. Terör eylemlerini, darbe girişimini ya da ABD gibi yabancı devletlerin illegal örgütlere yaptıkları yardımlar açıkça gösteriyor ki,
siyaset dışı çevrelerin de burunları çorbamızda. Hep olduğu gibi...
Ancak Türkiye
Suriye ya da
Mısır gibi kolay lokma olmadığını hem içerideki vesayet odaklarına hem de
rakip devletlerin derinlerine gösterdi. Son yerel seçimleri de atlattığımıza göre önümüzde manipüle edilecek bir süreç yok.
Dolayısıyla travmalarını atlatıp normalliği satın alan seçmenin önümüzdeki dönem
taleplerinin ve beklentilerinin de yumuşamasını bekleyebiliriz.
Ben şimdiden, kaotik ortamda kamuoyundan haklı olarak yükselen
güvenlik talebinin yerini özgürlük söylemine bıraktığını düşünüyorum.
Ve bu tartışmada, sıkça gönderme yaptığım,
Adalet Bakanlığı'nın muhalefetin de görüşüne sunduğu
Yargı Reform Paketi'ni bir ilk adım olarak çok önemsiyorum.
Yargının ifade özgürlüğüne yönelik
aşırı yorumlarını ve müdahalelerini dizginlemek ve
OHAL soruşturmalarının mağduriyetlerini gidermek gibi açılımları hedefleyen bu pakete katkı yapmak hepimizin boynunun borcudur.
Zira biliyorsunuz, özgürlük çanları bir çalmaya başladı mı hiçbir bahane işitilmez.