Durun, vurmayın, anlatacağım...
Dün YouTube'dan Abdüllatif Şener'in Halk TV'deki bir konuşmasını izliyordum.
Trump ve Erdoğan'ın anlaşıp "kontrollü bir ekonomik kriz" çıkarttıklarını öne sürerek, Cem Yılmaz gibi söylersek, "bütün sırrı bozan" Şener, zaman zaman kendini bile aşıyordu:
"Dünyada bir takım değişiklikler var. Başta politikacı stilinde değişiklikler var... Trump diye biri var mesela...
Söylediği iki söz birbiriyle uyumlu değil. Yaptığı iki iş birbiriyle uyumlu değil... Türkiye'de Sayın Erdoğan var.
Onun stili de bir devlet adamlığı stili değil, tarzı da bir devlet adamlığı değil zaten. Putin'e baktığımız zaman aynı şeyi görüyoruz. Rönesans'ın doğduğu yerde, İtalya'da Berlusconi diye bir facia gelmişti. (gülüyor) Sürekli seçim kazanıyordu..."
***
İdeal
siyasetçi stilistliğine soyunan Şener'i dinlerken kendisinin ve
benzeri konuma düşenlerin siyasi hayatları gözlerimin önünden
bir film şeridi gibi geçti... (Filmin adını daha sonra vereceğim.) AK Parti'nin kuruluş yıllarında Tayyip Erdoğan'ın, Abdullah Gül'ün, Bülent Arınç'ın ve Abdüllatif Şener'in isimleri "4'lü" diye geçiyordu. Ancak liderlik vasıflarının belirgin olmasından ötürü Erdoğan,
"eşitler arasında birinci" görülüyordu.
Hayatın ve siyasetin pratikleri de onun "birinci" olduğunu gösterdi.
Erdoğan, 16 yıldır hareketinin ve
hedefi olan iktidarın başında. Dünya çapında
bir lider.
Çünkü seçmenleri, tabanı, onun, günü gelince Gül'ün yaptığı gibi,
CHP'nin ve HDP'nin ortak adayı olarak karşılarına çıkmayacağını biliyorlar...
Ya da bir gün, Abdüllatif Şener gibi,
CHP Konya milletvekili adayı olarak kendilerinden oy istemeyeceğini...
***
Merak ediyorum... Acaba Abdüllatif Bey bu sözleri söylerken kendi hezimetini hiç mi hatırlamıyor?
Kurucularından olduğu
parti iktidarda, seçmenleri de yerinde durduğu halde, kendisi dışında
herkesin trenden indiğine gerçekten inanıyor
mu?
Siyasi analistler
kaput...
Bari siz söyleyin sinemaseverler,
"John Malkoviç olmak" mı zor yoksa
Abdüllatif Şener olmak mı?