Tarikatlar ve cemaatler mevzuu, FETÖ vakası nedeniyle epeydir tartışılıyor. Konu, bu yapıyla benzer şekilde örgütlenip çalışan "Adnan Hoca" grubuna yönelik operasyonlar nedeniyle yine gündemde.
Pek çok vatandaş bu örneklerden ağzı yandığı için diğer yapılara da temkinli yaklaşıyor. Haklılar da.
Ne var ki çözüme, bu kesimlerin istediği gibi "yasaklamakla" ulaşabilmek mümkün değil. Bunu görmek için de Atatürk'ün tekke ve zaviyeleri kapattığı devrim sonrasında yer altına inip bugüne değin varlıklarını koruyan yapılara şöyle bir bakmak yeterli. Yasak sorunu çözmek şöyle dursun, tarikat ve cemaat örgütlenmeleri için motivasyon işlevi görmüş.
Kaldı ki nasıl Batı'da başka kodlarla örgütlenen yapılar yaygınsa, sözünü ettiğimiz gruplar da Doğu'nun, bu sosyolojinin doğal sivil toplumu. Kestirip atamazsınız.
***
Tartışmaya karşı cepheden katılan tarikat ve cemaatlerse konunun açılmasına bile tahammül edemiyorlar. Soruna dair kafa yorup çözüm önerilerini tartışanları "
tek tipçi toplum" istemekle ve hatta
İslamfobik olmakla itham ediyorlar.
Laf...
Tek başına, halkın, iş adamalarının cebini vergisiz boşaltan, devlete, okullara
liyakat yerine sadakatiyle girip kul hakkı yiyen, 15 Temmuz'da da üzerimize kurşun yağdıran
FETÖ örneği önümüzdeyken susacak mıyız?
Ve bu yapıdan kaçan deşifre olmamış kişilerin, başka cemaatlere sızdıklarını, FETÖ'ye vurulunca sesin başka yerlerden gelmesinden de anlıyorken, biliyorken...
Yani sorun bizim ve çözmek için ajitasyonlara, tehditlere,
karakter suikastlarına pabuç bırakma lüksümüz de yok.
***
En makul yaklaşım, söz konusu yapıların dernekler ve vakıflar gibi,
üyeleri, gelirleri ve
giderleri yasalarla denetlenebilir bir forma kavuşturulması gibi görünüyor. Buradaki en hassas noktaysa
faaliyet alanlarının net şekilde tanımlanması.
Zira cemaat ve tarikatların, yardım toplama gibi amaçlarla yasal oluşumlar kurup
dış politikadan tutun da
istihbarat ya da
tehdit ve
şantaj vs işlerine kadar faaliyet yürüttüklerini de görüyoruz.
Bu şeffaflık, ülkeyi
FETÖ ve benzerlerinden
koruyacağı gibi,
ilan ettiği amacı doğrultusunda çalışan yapıların da
hakkının teslim edilmesini sağlayacaktır.
Üstelik
sivil toplumun denetim ve
yönlendirme gücüne katkı yapacak bu yaklaşımın etkileri
yalnızca demokrasi ile sınırlı olmayacaktır...
Alev Alatlı'nın, geçtiğimiz günlerde Anadolu Ajansı'na verdiği röportajda "Çözersek
21. Yüzyıl Türklerin yüzyılı olur" diyerek işaret ettiği 250 yıllık
liyakat problemimize, sonuçta da
kalkınmamıza faydası olacaktır.