Hiçbir yönetim başka bir ülkenin "demokrasi problemini" kendine sorun etmez. En azından söylediği kadar...
Bu sorunu gidermek için bütçe ayırmaz, ticaretini aksatmaz, askerini sahaya sürüp masraf çıkartmaz.
Eğer tersini yapıyorsa...
Başka bir ülkedeki "problemi" gidermek üzere fon oluşturuyorsa, dernekler, vakıflar kuruyorsa...
Kendi sorumluluğunda olmayan başka ülkenin vatandaşlarının "hayrı" için kârını gözden çıkartıyorsa... Milyarlarca kazanç sağlayacağı silah satışlarını iptal ediyorsa...
Hatta risk alıp tonla para harcayarak yabancı ülkeyi "düzeltmek" için askerini sefere çıkartıyorsa başka bir derdi, hesabı, meselesi vardır.
Çünkü devletler birer rakip şirkettir. Her yönetim sandıkta seçmenin lafa değil "bilançoya" bakacağını bilir. Hiçbir şirket de rakibinin çalıştırdığı işçilerin mutsuzluğunu kendine dert etmez. Aksine daha da mutsuz olup şirketi zayıflatsınlar diye umut eder.
Çünkü devletler iyi niyetle değil hedefe kilitli akılla yönetilirler...
Çünkü kurtlar sofrasında varoluşun, siyasetin, tarihin diyalektiği budur...
Çünkü devlet devletin kurdudur.
Ve bugüne değin hiçbir kurdun, etinden, sütünden ve derisinden yararlanmadığı kuzuların gözünün yaşına baktığı görülmemiştir.
Efsaneler hariç tabii.
***
Ama yine de... Kendi evlerinde seküler hikâyeleri tercih eden Avrupa ve ABD...
Latin Amerika ve
Ortadoğu gibi sömürge coğrafyalarında hep efsanelere sarılır.
Mesela Pentagon'un terör örgütü
PKK'nın Suriye kolu
YPG'ye TIR'lar dolusu silah vermesinin tek amacı vardır: Bölgedeki Kürtlere "
iyi bir gelecek" hazırlamak.
Zaten ABD'nin Suriye'de onca para harcamasının, "
risk" almasının nedeni de Suriyelilerin refahını ve huzurunu kendi vatandaşlarından çok düşünmesidir.
Tıpkı Almanya'nın Ortadoğu'daki "
PKK'lı vatandaşların" can güvenliği tehlikeye girmesin diye
Türkiye'ye silah satışını yasaklaması gibi...
Ya da İsrail'in Barzani'nin referandumunu, "
yoksul Kürtlerin bağımsızlığını" çok dert ettiği için desteklemesi misali.
Yersen...
***
Biz yemeyiz!
Çünkü biz efsaneleri severiz ama onlara inanmayız.
Hayatımızı pratikte örgütlediğimiz, kitaba pek bakmadığımız için, gerçek ve gerçeklik arasında kurduğumuz ilişki canlıdır; akışa, ritme, uygundur.
Bu canlı algı bize, bulunduğumuz coğrafyanın dayattığı varoluş problemiyle sık sık karşılaşmamızın bir armağanıdır.
Doğuştan "
sörvayvırızdır" yani. "
İntihar etmiyorsak yaşayalım bari" dediğimiz için de eğlenerek
yaşarız. Yani rolü başkalarını inandırmak
için değil kendimizi "
eylemek"
için yaparız.
Zaten bugün hâlâ bu topraklardaysak bu müthiş yeteneğimizin eseridir.
Biliyorum, "
ama yiyenler var" diye söyleniyorsunuz.
Almanya yine aynı efsaneyi anlatıp "
Türkiye'ye silah satmayacağım" dediğinde "
satmayın bizim devlet zaten o silahlarla sivilleri öldürüyor" diyen T.C vekilleri...
"
Ülkeyi korumak için Rusya'dan niye füze alıyorsunuz? ABD, batı, NATO bizi çok seviyor, onlar korur Türkiye'yi"
diyebilen ana muhalefet liderleri...
Uzatmayalım.
Onlar bizden değil!
Çünkü bizden bu kadar aptalı çıkmaz.