Hollanda dün Avrupa ve dünya tarihine kara bir leke daha sürdü.
AB adayı ve birliğin tüm kurumlarına, hukuk sistemine ortak Türkiye'nin bir bakanını, polis nezaretinde alıkoydu ve sınır dışı etti!
Bununla da yetinmeyen Hollanda yönetimi, hukuksuzluğu protesto eden Türk kökenli vatandaşlarının üzerine atlı, köpekli polislerini saldı. Çok sayıda yaralı ve gözaltı var. Görüntüler en sakin insanı bile çileden çıkartacak kadar korkunç.
Tüm bu rezaletin üstüne Hollandalı siyasilerden gelen "Lalelerimizi görmeye gelebilirsiniz" türünden alaycı ve tahrik edici açıklamalar da bardağı taşırıyor.
Egemen bir devlet olan Türkiye de, uluslararası hukukun, teamüllerin ve evrensel insan hakları ilkelerinin çiğnenmesine gereken tepkiyi gösterdi, gösteriyor.
Elbette kimi zaman siyasilerden gelen açıklamaların tonu sertleşiyor. Ama bu çıkışlar da yerde yatan insanların polis köpeklerine ısırtılması, at nalları altında ezilmesi, gazetecilerin tartaklanması düşünülünce gayet kararında.
Aynı şeylerin Türkiye'de Hollandalı bir bakana ya da Hollandalılara yapılması halinde, Amsterdam'dan ve AB'den gelecek olası açıklamaların dozu da daha yumuşak olmazdı değil mi?
Dolayısıyla Türk devletinin, hükümetinin ve vatandaşlarının haklı tepkilerine burun kıvırıp "hamaset, şovenizm" yorumu yapanlar ellerindeki klişeleri sakince yere bıraksınlar...
"Ama karşımızdaki Avrupa medeniyeti" diye sömürge refleksiyle kaygılanan diplomatikler de sakin olsunlar.
Sivil toplumun tepkisi de dahil olmak üzere bu skandal karşısında Türkiye'nin takındığı tavır diplomasinin sınırları içindedir.
Ve şovenizm, hamaset beyaz adamın ırkçılığına tavır almak değil, ona gösterilen tepkilerin "şıklığına" takılıp seçkincilik yapmaktır.
Gerçi dertlerinin Türkiye'nin çıkarlarının zedelenmesi olmadığını tam aksine güçlenmesinden rahatsız olduklarını hepimiz biliyoruz ama yine hatırlatalım.
***
Çare yok, geliyor!