Hukukun "en kötü olasılık" üzerine kurgulanması doğaldır. Netice de varoluşunu "anlaşmazlığa" borçlu olan bir sistem.
Herkesten her kötülüğü bekliyor hukuk. En mülayimimiz, karıncayı incitmeyenimiz bile onun gözünde her an karısını öldürebilecek, casusluk yapabilecek, iş ortağını dolandırabilecek potansiyel birer suçluyuz.
Bu nedenle hukukun öngörülerini hep olumsuzluklar üzerine şekillendirmesi, "hepimize kötü bakması" normal.
Siyaset ise, pesimist hukukun karşısında sivil alanı temsil eden bir optimist.
Ukalalık etmek için kötümser ve iyimser kelimeleri yerine pesimist ve optimist kavramlarını kullanmıyorum.
Zira bir anlamı da çocuklar için tasarlanmış küçük tek yelkenli olan optimist, siyaset ve hukuk ayrımın ruhunu harika özetliyor.
Siyaset, tıpkı denizde küçücük çocuklara güvenen özgüven sahibi ebeveyn gibi, ikna etmeye çalıştığı seçmene güven üzerine kuruludur.
Bu yüzden siyaset, hukukun aksine vatandaşlara her an madik atacak sinsiler olarak bakmaz. Tam aksine onları, kaynakları en mantıklı ve verimli şekilde kullanacağı siyasi projesine ortak olan rasyonel ve iyi niyetli özneler olarak görür.
Tabii ki siyasetçi kendisi de bir özneyse, vesayet odaklarınca yönetilen bir nesne değilse...
Sartre'ın varoluşa dair külliyatını, bizim buraların ağzıyla bir cümlede özetleyen o harika sözümüzle söylersek:
Kişi kendinden bilir işi, karşısındakini.
Siyasetçinin aptalı ikna edeceği seçmeni aptal görendir....
Siyasetçinin kötüsü de vatandaşı, rakibini kötü kabul eden...
Her seçim, referandum döneminde siyasilerimizin konuşmalarına bakınca demokrasinin diyalektiğindeki bu temel ilişki geliyor aklıma.
Son anayasa değişikliğine hayır diyen siyasilere bir bakın. Sanki halkı ikna etmeye çalışan, onlara güvenen ortalama bir siyasi aktör değil, rakibini kötülüğünden seçmeni aptallığından yanlışı tercih edecek potansiyel suçlu olarak gören birer savcı her biri.
Onlara göre parlamenter sistemden Cumhurbaşkanlığı sistemine geçmeyi isteyen siyasi rakipleri çok kötü insanlar.
Binali Yıldırım, Devlet Bey ve hatta seçilmiş Cumhurbaşkanı Erdoğan bile Türkiye'yi mahvetmek istiyorlar!
Hatta bunun için, üzerinde durdukları köprüyü dinamitlemek üzere, arada buluşup ülkeyi nasıl batırırız diye düşünüyorlar!
Neyin kafasından olduğu merak ettiğimiz halüsinasyonları bitmedi, devamı da var...
Onlara göre, James Bond filmlerinin kötü adamını aratmayan bu Doktor No tipi siyasetçilere güvenen seçmenler de istisnasız aptallar.
Evet, evet sizden bahsediyorlar sayın sivil siyasilerimiz.
Ve yine onlara göre, Türk halkının yarısından fazlasını oluşturan vatandaşlar ve siyasi temsilcileri nihayetinde başarırlarsa... Söyledikleri gibi Türkiye Cumhurbaşkanlığı sistemine geçerse batacak, çökecek, bölünecek, hepimiz esir olacağız, kimse özgür olmayacak...
Lütfen biraz saygı! Hakikaten bize, seçmenlerinize ayıp ediyorsunuz. Zekamızla dalga geçiyorsunuz beyler bayanlar...
Sakallı Celal'in dediği gibi;
Tanzimat ilan ettik, olmadı. Meşrutiyet ilan ettik, olmadı. Cumhuriyet ilan ettik, olmadı. Belki biraz da ciddiyet ilan etsek, sürekli halka aptal, kötü diyen bu siyasetten beslenme asalaklardan kurtulur muyuz sizce?
Can Yücel yaşasa, "Olmak ya da olmak" diyen Shakespeare'e sardığı gibi, Sakallı Celal'e de takılırdı belki.
"Bir ihtimal daha var" diyerek eklerdi belki: "O da Cumhurbaşkanlığı mı dersin?