1 Kasım seçimlerinin ardından kimi medyatik isimler işlerini bırakacaklarını, ülkeyi terk edeceklerini ilan etmeye başladılar.
Hep birlikte izleyip göreceğiz kaçı dediğini yapacak? Kaçı da gün aşırı müziği bırakan popçular gibi yeniden işbaşı yapacak ya da İsviçre tatilinin (yaz olsa İbiza'ya giderlerdi) ardından yurda geri dönecek?
Cemil Meriç'in "Bu ülkeyi yaşanmaz bulanlar onu yaşanamaz hale getirenlerdir" cümlesiyle tarif ettiği bu şımarıkların saygısız tavırlarının üzerinde çok durmaya gerek yok. Her dönem halkının değerlerini ve siyasi tercihlerini darbecilerin simetrisinde küçümseyen, yok sayan bir avuç faşist işte.
Ne var ki yıllardır bu sınıfın kibrinden, isteri nöbetlerinden kendine siyasi güzergâh belirleyen bazı vatandaşların 1 Kasım sonrası aynı ruh haline girdiğini görünce insan üzülmeden edemiyor.
Öyle ya, kötüyü düşünseler bile, 13 yıldır iktidarda olan bir partinin yeniden hükümet kuracak olması hayatlarına ekstra ne yük getirebilir?
Oyunu istikrarlı şekilde 10 milyondan 24 milyona çıkartan, yani kemik tabanı dışındaki kesimlere de "muhtaç" olan bir merkez partisi, kendisini bir daha önüne gelecek sandıkta zora sokacak adımlar atar mı? Ne zaman attı? Bu soruların yanıtı, "Ak Parti'nin yapacaklarının garantisi, yaptıklarında."
Dursunlar ve samimi şekilde kendilerine sorsunlar; geçen bunca sürede, anayasayı tek başına değiştirecek güce de sahip olan bu parti ne zaman halkı ikna etmeden bir şey yaptı? Diktatörlük hedefi olan bir parti, bir kez bu gücü elde edince, yeniden yeniden seçime gidip kendine meşruiyet arar mı? Bilmem farkındalar mı ama sözünü ettiğimiz parti 13 yılda halkı 4 genel, 3 yerel, 2 referandum, 2 de cumhurbaşkanlığı seçimi için sandığa çağırdı. Diktatörlük ve vesayet yanlısı olanlar dışında aklı başında birisi, sandık meşruiyetine böylesine önem veren bir partinin sorumlu iktidarından kaygılanır mı?
Tamam anlıyorum tuttukları parti seçimi kazansa herkes gibi onlar da daha mutlu olurlardı ama ne yapalım be kardeşim? Sandıktan azınlığın istediği partinin hükümet çıkacağı demokratik rejimin formülü henüz icat edilmedi. Kaldı ki onlarınki can da, çalışıp, örgütlenip yan yana gelerek siyasi temsilcileri iktidara taşıyanlarınki patlıcan mı?
Vesayetin saadet zinciri
1 Kasım'dan sonra aşırı kaygı haliyle kendine hayatı zehreden bu arkadaşlarımıza tavsiyem; sınıfsal çıkarları için bir korku tarikatı yaratıp gemisini yürütenlerin saadet zincirinden yakalarını sıyırmaları.
İstedikleri ihaleyi ucuza kapatamayan, eskiden ikiletilmeyen imtiyaz talepleri şimdi kaale bile alınmayan medya baronlarının servet savaşına gönüllü asker yazılmamaları.
Destekleriyle, proje üretemediği, gelecek vaat edemediği için korku pompalayan vasatın altındaki siyasi liderlere koltuk değneği olmamaları.
Türkiye'nin bölgesel ve küresel rakiplerinin, milyar dolarlık kampanyalarla kendilerine biçtikleri "imajları" seve seve hayat felsefesi olarak üzerlerine giymemeleri.
Tasfiye olan bu kesimlerin propaganda araçlarının saçtığı nefret havasını solumayı bıraktıkça, kaygılandıkları şeylerin aslında "öğrenilmiş kaygılar" olduğunu fark edeceklerine eminim.
Öyle ya, bir insan yüzde 13 oy alınca Yassıada mahkemelerinden dem vuran jakobenlerden değil de, yüzde 52 oyla cumhurbaşkanı seçilip "birlik ve beraberlik" diyen bir liderden ya da yüzde 50 oyla başbakan olup "biz beraber Türkiyeyiz" diyen bir siyasiden kaygılanıyorsa, en çok ihtiyaç duyduğu şey oksijendir.
Kendinizi zehirlemeyin dostlarım. İlla bir şeyleri dert edecekseniz de kendi organik kaygılarınız size yeter; ki onlar hepimizin derdidir.