PKK'nın terör saldırılarının ardından orta ve üst gelir seviyesine sahip kesimlerdeki bıyık altı gülüş ve hatta coşku sizin de dikkatinizi çekiyordur. Zira sosyal medyadaki refleksleriyle benim diyen PKK'lıyı aratmıyor hevaller.
Bu insanlar daha üç yıl önce Kürtlerin kolektif hakları bir yana eşit vatandaşlık taleplerini bile resmi ideolojinin milliyetçi argümanlarıyla savuşturmayı bir sınıf tavrı olarak sahiplenmiş miydi? Şimdi bölgedeki "kurtarılmış bölgelerin" resimlerini instagram hesaplarında "ütopya" etiketiyle paylaşıyorlar.
Arkadaşlara Cumhuriyet'in ilk yıllarında katliamla bastırılan Şeyh Sait ya da Ağrı isyanına dair görüşlerini sorduğunuzda bugün bile devleti savunuyorlar. Gelin görün ki, Cizre'yi ele geçirmeye kalkan PKK'nın yenilgisiyle Facebook'taki profil fotoğraflarını karartanlar da onlardan başkası değil!
90'larda her şehit cenazesi geldiğinde Cadde'de esmer vatandaş durdurup İstiklal Marşı okutmak gelenekti. Lüks kafelerdeki müşteriler de drinklerine ara verip nümayişe katılırlardı.
Bugünse CHP'nin kalesi Nişantaşı, Etiler gibi kalbur üstü semtlerde HDP ciddi oy alıyor. HDP'nin, -Çözüm Süreci öncesindeki 2011 seçimlerinde BDP konvoyları taşlananİzmir'deki son mitingine ellerindeki Atatürk resmi bulunan bayraklarla şık hanımlar, beyler katılıyor.
Gerçeğin çölüyle tanıştılar
Peki ne oldu, değişen ne? Yıllarca ekonominin, siyasetin ve kültürel hayatın merkezinde yer aldıklarından fiili durumun sürmesi için çırpınan bu statükocular bir anda "devrimci" mi oldular? Marksist terminolojiyi hatmedip PKK'nın ulusal kurtuluş mücadelesi verdiğine mi kanaat getirdiler?
Elbette hayır. Sorun, geçen gün "Katıksızım, milliyetçiyim ulen" diye mektup yazan Kelkitli'nin gazetesindeki "Türkiye Türklerindir" mottosunun değişmesine bile tahammülleri yoktur.
Bence PKK ile ilişkileri politikadan ziyade psikolojik. Şöyle ki; yalnızca ekonomik düzenlerini değil, kültürel hegemonyalarını da koruyan sıkı gümrük duvarları sayesinde bunca yıl el bebek gül bebek geçinip gittiler. Derken küreselleşmenin rüzgârını arkasına katan bir çevre hareketi yoğun bir halk desteğiyle iktidarı aldı.
Rekabete ve hisselerinden azıcık dahi çevreye pay vermeye tahammülü olamayan bu tembel sınıfın ekonomiden, politikaya oradan da kültürel hayata kadar mucize etkisi yaratan vasatının foyası ortaya çıktı.
Kapısında karşılandıkları lüks restoranların deniz manzaralı masalarını küçümsedikleri ötekilere kaptırdılar. Havaalanlarında CIP salonlarını başörtülülerle, şiveli konuşan insanlarla, Kürtlerle paylaşmak zorunda kaldılar. Gölgeleri kısaldı, hak etmeden, yokluktan elde ettikleri prestijleri ayağa düştü.
Gerçeğin çölündeki her adımlarında bunalımları arttı, içlerine kapandılar. Hiç olduklarını hissetiler. Bunalım aile hayatlarına kadar yansıdı.
Bunca nefret ve kompleksle nasıl seviştiklerini merak ettiklerimiz huysuzlaştıkça huysuzlaştılar.
Üstelik sorumlu gördükleri Erdoğan, bir dönem sadece ve sadece Gümrük Birliği'ne imza attı diye katıksızın gazetesinin de yardımıyla devrilen Tansu Çiller gibi değildi, dişliydi. İyice çaresiz kaldılar.
İşte PKK terörü, tam da her umudu yitirdikleri böyle bir zamanda imdatlarına yetişti. Kör şiddet Türkiye'ye dolayısıyla kendilerine de vuruyordu ama onlar nefret objeleri Erdoğan'ın yaralandığına inanmayı seçtiler. Oh oluyordu!
Üstelik yıllardır müptelası oldukları antidepresanlarının etkisi sanrıydı; PKK ve terörü ise gerçek! Altın vuruşa adım adım yürüyorlar, tedavi etmemiz şart!