"...Neden geri kalıyorsun?" diye devam ediyordu Oğuz Atay'ın Oyunlarla Yaşayanlar'daki meşhur karakteri Coşkun Ermiş.
Geçen televizyonu açtım, bir de ne göreyim, ekranda! Cemaat'in kanalında Erdoğan'ı ittihatçılara benzetiyor.
O da ittihatçılar gibi iktidarı almış, aynen onlar gibi hukuku çiğnediği için de "gönderilecekmiş!"
Çaktım köfteyi tabii. Adını ve kılığını değiştirmiş bu yazarı tanıdığımı anlayınca diyaloglara dikkat kesildim.
Biraz daha dinledikçe, aklıma, bir oyununda seyircilere dönüp "Aklınıza gelen her hangi bir şey söyleyin" diyen Ferhan Şensoy geldi. Koltuklarında ne diyeceğini bilmeden oturan insanları şu sözlerle yüreklendirmişti Şensoy:
"Rahat olun, ne söyleseniz olur. Nasıl olsa Türkçe sözlü hafif batı müziği güftesi yapıyoruz!"
Tarihmiş, siyaset bilimiymiş, asgari mantıkmış falan boş verin. Nasıl olsa Cemaat kanalında hükümete çakıyoruz.
Osmanlı dönemine dair hikâyeler anlatan bir romancının bu anakronik örnekleri çekinmeden dillendirmesi, okurları için nasıl bir hayal kırıklığıdır bilemiyorum. Aşkı bilmem ama belki de aşk romanı her şeyi affediyordur. Dün yazdığı, "Cemaatle hükümet birbirine girse, sandık meşruiyetinden ötürü hükümeti desteklerim" satırlarını bile unutturuyordur.
Ama iktidarı darbeyle alan ve halk tarafından da oradan indirilmeyen İttihatçılarla, 9 seçim kazanıp halen de koltuğunu koruyan bir siyasiyi aynı kefeye koyanı mülkiye 1. Sınıftan geçirmezler değil mi?
Peki, o halde, seçimler öncesi yağ çıkartmak isteyen siyasi muhalefet nasıl olur da şu sözlere dört elle sarılabilir?
"İktidarı alma başarısıyla devleti yönetme kabiliyeti farklı şeyler. Demek ki bunların eline nasıl yöneteceklerine dair bir reçete vermek lazım!"
Seçmenlerinin "Ulen bu adamlar benim iradem olan oyuma zerre önem vermiyor" demesinden korkmuyorlar mı?
Öyle ya, halkın seçtiği siyasilere, nasıl hareket etmesi gerektiğine dair "birilerinin" vereceği o reçeteye dünyanın her yerinde "muhtıra" deniyor.
Meşruiyetin kaynağı benim!
Evet, bizler anlamakta güçlük çekiyoruz ama evrensel demokrasinin abc'sini eğip bükenlerin ve bunu yapanları destekleyenlerin meşruiyet algısı çok farklı.
Onlara göre demokratik meşruiyetin ve buna bağlı yönetme ehliyetinin yegâne kaynağı halk iradesi değil. Bu gücün tek kaynağı var, o da ekonomik, politik ve kültürel hegemonyayı sandık dışında ele geçirmiş olan elitler.
Dolayısıyla onların arzuladığı sistemde, halk yan yana gelip iktidarı kursa da, kendisini yönetemez. Çünkü "halkımız" değil onlar bilir. Mutlak doğru kendileridir!
Geçtiğimiz günlerde T24 isimli internet sitesine röportaj veren ünlü post Marksist Chantal Mouffe, bu ideolojik sefaletin kökenini çok güzel özetliyordu.
"Solun en büyük hatası, kendi görüşlerinin mutlak doğru olduğuna inanmasıdır."
Marksist sıfatından ötürü Mouffe'tan Ak Parti hakkında kullanışlı yanıtlar alabileceğini düşünen muhabir zorluyor ama nafile. Mouffe ne yapsın, sonuçta demokrasi ve siyasi mücadele dediğiniz şeyin, eğilip bükülemeyecek ilkeleri var.
"Fakat Türkiye'de Erdoğan'a destek hâlâ çok büyük, değil mi?.. Evet, bu durumda Erdoğan'a karşı olanların, birleşmesi gerekiyor. Ben başka bir çözüm göremiyorum!"
Ah be Chantal Hanım, onca sözün içine halkın yüzüne bakmadıklarının "tarihsel haklılığı" türünden bir cümlecik ekleyemez miydiniz? Bakın boynu bükük bıraktınız, halka rağmen halkçılık yapmaya çalışan sonra da halkın oyuyla seçilenleri ittihatçı ilan edip oyunlarla yaşayanlarımızı.