Binlerce yıllık paradokstur. "Muhafızların muhafızlığını kim yapacak?" Sivilleşme sürecini enikonu kurumsallaştırmayı başarmış demokrasiler bile bu sorunu akıllarından çıkartmazlar. ABD ve Avrupa ülkeleri sivil sistemlerini bu varoluşsal tehdide karşı güncellerler.
Yakın tarihine pek çok darbe ve muhtıra sığdıran Türkiye de son 10 yılda bu konuda epeyce yol aldı. Cemaat'in, Ergenekon ve Balyoz davaları gibi demokratikleşme fırsatlarını cadı avına çevirmesine rağmen kazanımlar elde edildi. Askerin siyasetteki ağırlığı halkın lehine daraltıldı.
Ordu kurumsallaşmış demokrasilerde olması gerektiği gibi, halkın tek ve meşru temsilcisinin emrine girdi. Bu alanda takdire şayan düzenlemeler yapıldı. YAŞ'ta patronun halk olduğunun ilanı, MGK'nın yapısının sivilleştirilmesi ve darbelere dayanak yapılan TSK İç Hizmet Kanunu'nun 35. maddesinin kaldırılması bunlardan bazıları. Ne var ki başta telaffuz ettiğim sorunsal için her ülke gibi Türkiye'nin de atması gereken adımlar var. Bu, mevcut Genelkurmay Başkanı'nın iyi bir demokrat olmasıyla ötelenecek bir yükümlülük değil.
Dün gündemin kavgası gürültüsü içinde Türkiye'nin sivilleşme tarihine altın harflerle yazılacak bir reform daha gerçekleşti.
Parlamentoda kabul edilen değişikliğe göre, general rütbesinde olmayan daire başkanlarıyla il ve ilçe jandarma komutanlarının atanmaları, yer değiştirmeleri ve geçici görevlendirmeleri İçişleri Bakanı tarafından yapılacak.
Evet, Türkiye'nin, dünyanın tüm demokratlarının takdirini kazanan bu hamlesi de Ak Parti eliyle gerçekleştirildi. Darbelerden en çok çektiğini söyleyen sol kesimlerin temsilcisi olma iddiasındaki muhalefet ise ne yazık ki parlamentoda bu sivilleşme girişiminin aleyhine çalıştı. Tıpkı 2010 referandumunda hükümetin parti kapatmaları zorlaştıran önerisine garip şekilde "hayır" dedikleri gibi. Hiç olmazsa bu demokratikleşme adımının altında imzaları olsaydı. Keşke bu sefer bir kuru siyasi husumet uğruna ülkenin geleceğine taş koyarken kameralara yakalanmasalardı. Bereket her şeye rağmen sabaha daha sivil bir Türkiye'de uyandık.
Seküler diktatör sevgisi
Haklısınız ne yapsınlar?
Türkiye solu, elinde silah olan ordunun siyasete müdahalesini bırakın potansiyel tehdit olarak algılamayı hep bir fırsat olarak gördü.
Darbeleri, iktidar perspektifi ilkesinin yegâne aracı gördüğünden desteklemekten geri durmadı.
Türkiye solunun hâkim söylemi için tehdit asker değil, siyasetti. Hele ki bu siyaset muhafazakâr eliyle yönetiliyorsa, darbe, işgal, katliam teferruattı.
Bu yüzden diktatörün zeki, çevik ve özellikle sekülerini hiç ama hiç sorun etmediler. Bakınız Mısır'ın diktatörü Sisi ile muhabbetlerine.
Bakınız Suriye'nin faşisti Baasçı Esad'la dostluklarına.
Son günlerde ünlü popçuların, CHP'lilerin, HDP'lilerin ve hatta Hürriyet gazetesinin gözdesi olan Grup Yorum isimli müzik grubunun bir söyleşisini izledim dün. Bir seyirci soruyor. "Rojava ve Kobani devrimlerini niçin desteklemediniz?" Zor soru, malum, mevzu Kürtse "bizimkiler" için enternasyonalizm de bir yere kadardır. "Bize göre onlar devrim değil" diyen grubun bir üyesi ardından Türkiye solunun bölgedeki sorun analizine geçiyor.
Suriye'deki, Irak'taki katliamlardan söz açıp "sorumlu hükümetlerdir" deyince "Allah Allah" diyorum. "Onbinlerce vatandaşını dünyanın gözleri önünde soykırıma tabi tuttuğu tescillenen Esad'a destek konseri veren bunlar değil miydi? Şimdi onu mu eleştirecekler?"
Nerede... Meğer kastettikleri hükümet Türkiye hükümetiymiş.
Fıkra burada bitiyor.