Dün Türkiye'nin entelektüel ortamının bir çöl olduğundan ve entelektüel sanılanların çoğunun da kısıtlı zekâlı ve az donanımlı şahıslar olduğundan bahsettim. Çöl ortamında güzel bir çiçeğin açması nasıl ki çok zorsa Türk entelektüel ortamından da yüksek zekâ ve kapasiteli aydın çıkma ihtimali o kadar zor...
***
Türkiye'nin iş ve ticaret ortamı Özal'la beraber dış rekabete açılınca zorunlu olarak daha ileri zekâlar ve yetenekler gelişmek durumunda kaldı. Çünkü başka türlü ayakta kalmak mümkün değildi. İthal ikameci sistemin gereği olan gerzeklikler zaman içinde elimine oldu. Hâlâ da her geçen gün Türk iş dünyası özellikle dünya ile rekabet etmek zorunda olan firmalar ileri yönde gelişiyor ve küresel seviyeye yaklaşıyor. Cannes'da MIPIM fuarında bunu bir kez daha gördüm. Edirne'nin dışında konvertibilitesi biten bazı aptal köşe yazarlarının küçümsemeye kalktığı Türk inşaat ve gayrimenkul sektörünün bazı müteahhitleri küresel standartlarda üretim yapabilen bir hale gelmiş. Bir memleket düşünün ki kalitesiz insanları evrensel seviyede kaliteli iş yapan insanlarını aşağılamaya kalkabiliyor. Akla ve bilime aykırı bu saçmalığa imza atan kalitesiz yazarlar bir de sürekli yeryüzü standartları laflarını geveliyor...
***
Aslında dünyaya da baktığımızda bazı ülkelerin bazı alanları çok gelişip serpilirken başka bazı alanlar hep güdük kalıyor. Mesela İngiltere... İngilizler çok gelişmiş bir edebiyat ve sanat kültürüne, aynı şekilde incelmiş ve süzülmüş bir diplomasi ve siyaset kültürüne sahip fakat mutfak kültürleri yok denecek kadar güdük, sığ ve dandik. Dünyanın en iyi mutfaklarının lokantalarını ithal eder İngiltere. Fakat kendi mutfak kültürleri çok zayıftır. Aslında bizim üniversitelere de yurtdışından kaliteli akademisyenlerin bol sayıda ithal edilmesi lazım. Türk ile yabancı hoca arasında statü farkı hiç kalmamalı. Gelen yabancı akademisyenin maaşından hiç vergi alınmamalı. İngiltere'de meşhur espridir: Dünyanın en ince kitabı nedir? İngiliz Mutfak Kültürü kitabı... Aynı şekilde "İngiltere'de en rahat iş nedir?" "Aşçı olmak çünkü yapacağın tek şey fish&chips yapmak" diye de bir geyik vardır...
***
Maalesef aynı şey "Türk entelektüeli" olmak için de geçerli. 25 yıl aynı şeyi de pişirsen yine "entelektüel"sin, kafa konforunun bozulmasına gerek yok, akademik/ entelektüel literatürü takip ve temellük etmeye, yeni bilgiler ve teorilerle beyinsel gergef yaşamana, entelektüel iştah sahibi olmana gerek yok, zaten "Türk aydını"nı zorlayacak bir entelektüel rekabet ortamı da yok Türkiye'de.
Birçok daha ileri noktada olabilecek entelektüellerimiz de bu rekabetsizlik gereği durdukları yerde kaldılar maalesef. Aynı teraneler, aynı laflar, aynı analizler... Dürüst konuşmak gerekirse
Türk entelektüel kültürü ile İngiliz mutfak kültürü arasında pek fark yok. Solcusu da liberali de bu problemli kültürel atmosferden payını alıyor. Hatta öyle yerler oluyor ki Kemalistlerden ve ulusalcılardan "analiz kabiliyeti" anlamında bir farkları kalmıyor. Son dönemde Eski Türkiye'nin özgürlükçü ve demokrat denilen ama içlerinde jakobenizm barındıran aydınlarının düştüğü sefalete bakın. Ne demek istediğimi anlarsınız...