Bir insanın ya da bir grubun başına gelebilecek en kötü şeylerden biri gerçeklerden kopma halidir. Kendinizi mehdi zannedersiniz ve herkesin buna inanmasını istersiniz. İnsanlar böyle kişilerden korktuğu için yüzlerine gülerler ve durumu çaktırmazlar ama aslında herkes bu kişinin deli olduğunu düşünür. Zor olan böyle bir zihinsel durumdaki dostuna gerçeği güzelce söyleyebilmektir. O dostun normale dönmesinin yolu doğru teşhisin dürüstçe söylenmesinden geçer. Mutlu olsun diye dostunu kandırmak aslında ihanetin bir çeşididir. Doğru teşhis zaten doğru tedaviyi de yanında getirecektir.
***
İşte Etyen Mahçupyan Cemaat'e hep gerçekleri söyleyen böyle dost bir adamdır.
Eğer tıp adamı olsaydı Dr. House gibi biri olurdu. Sıfır komplekse sahip bir insan olan Mahçupyan da sosyal ve siyasal konularda Mr. Diagnosis'tir. Şu an cemaatin en temel ihtiyacı mevcut durumun doğru teşhis ve tahlil edilmesidir. Cemaat malum propagandalarla kendi kendini tatmin etmeyi bırakıp kendi gazetesinin yazarı Etyen Mahçupyan'ı dikkatle okursa şu an ne olduğunu ve ne olacağını anlayabilir. Sadece şu aşağıdaki alıntılar bile okunup anlaşılırsa önemli bir mesafe aşılmış olur.
***
...Peki, bir oyuncu gole giderken hakem tarafından çelme takılarak düşürülürse? Hakeme ceza verilir, meslekten atılır. Ama ya diğer hakemler de söz konusu hakemi koruyan beyanlar verirler ve hatta Yüksek Hakem Kurulu da o hakemi korursa? O zaman sadece hakem değil, sistemin kendisi tarafsızlığını kaybetmiş demektir ve artık ortada futbol kalmaz. O nedenle futbolda oyuncu veya takımların yolsuzluğuyla hakemlik kurumunun tarafsızlığı eşit önemde değildir. Yolsuzluklar tarafsız ve bağımsız bir hakemlikle daima telafi edilebilir, ama tarafgir bir hakemlik müessesesinin telafisi yoktur. Çünkü geriye 'oyun' kalmaz.
***
...Ya toplum yargının siyasi bir aktör olduğunu bilerek meselelere bakıyor olsaydı? O durumda yolsuzluk suçlamasının ikincil konuma düşmesinden daha doğal bir durum olamaz. Hele ortada meselenin siyasi olduğuna dair kanaat oluşturacak sayısız belirti varsa, toplumun yürütme ile yargı arasındaki iktidar savaşını önemsemesi ve bu alanda duruş geliştirmesi kaçınılmaz olur.
***
...Toplumun yüzde elliyi aşan bir kesiminin her halükârda son on yılın kazanımlarını kaybetmek istemediğini, bu korkuyu derinden duyduğunu ve böyle bir tehdit altında kategorik olarak AKP'ye oy vereceğini varsaymak gerçekçi gözüküyor.
***
...Mesele neyin Türkiye'nin lehine ve kimin geleceğin taşıyıcısı olduğu noktasına geldiğinde, AKP hâlâ rakipsiz ve sonucun da ikinci bir Gezi'ye dönüşme ihtimali çok kuvvetli... Yani önce bir tür 'devrim' hayali, ardından AKP'nin konsolide olan gücü karşısında sükût-u hayal.
***
...Şu anki denklemi biraz daha yakından irdelediğimizde AK Parti tamamen merkezde. Üç aktör yani Hizmet Hareketi, Kürt Hareketi ve Eski devlet de AK Parti'ye muhtaç, AK Parti ile koalisyonu kim yaparsa onun elinin güçleneceği döneme gidiyoruz.
***
...Ne yaparsanız yapın meşruiyet için eninde sonunda çoğunluğa dayanmak zorundasınız. Bu değişken çoğunluğun o an için 'milli irade'nin tek sahibi olduğunu, onun dışında hiçbir meşruiyet kaynağı bulunmadığını kabul etmek durumundasınız. Öte yandan söz konusu 'milli irade' de sadece o ana aittir ve toplumsal değişimle her an yeniden oluşur. Eğer yönetim sisteminiz bu değişim dinamiğini olabildiğince temsil edebiliyorsa, demokrasiye biraz daha yaklaşmışsınız demektir. Normatif doğrular ancak siyaset tarafından sahiplenilirse anlam kazanırlar. Son sözü her zaman siyaset söyler.