Dünyanın önde gelen ekonomilerinin şirket yöneticileri ve üst düzey profesyonelleri 2025 için hangi başlıklarda zorlanacaklarına dair analizlerini yoğunlaştırdılar. Bu analizlerde kimi kritik başlıklar daha fazla öne çıkıyor ve 2025'de bir iyileşme olacak mı; yoksa işler daha da mı zorlaşacak; bu konu da oldukça muallak gözüküyor. Başlıklardan en kritik olanı ticaret kısıtlamaları. Esasen, bu başlık artık ticaret kısıtlamalarını aşarak, yatırım ve hizmetler alanı kısıtlamalarını da kapsayacak hale gelmiş durumda. 2009'da dünya genelinde ülkelerin birbirlerine karşı uyguladıkları kısıtlamalar 500'ü bile bulmazken, 2024 itibariyle kısıtlama sayısı 3000'e dayanmış durumda. Bu durum, kıtalar arası ölçekte şirketleri hangi ülkeye, hangi alana yatırım yapacakları, hangi paydaşlarla işbirliğini geliştirebilecekleri konusunda da zorlamakta.
Bahsettiğimiz süreçler, sürekli literatüre yeni kavramların dahil olmasına da sebebiyet veriyor; 'jeopolitik olarak uzak ülkeler' (geopolitically distant) gibi. Bahse konu küresel ve bölgesel jeopolitik ve jeoekonomik gerginliklerin sebep olduğu belirsizlikler dünya GSYH'sının yüzde 14'ünü etkileyecek hale gelmiş durumda. Üstelik, 'jeopolitik olarak uzak ülkeler'le araya mesafe koyma, artan bir tempoda aynı ideoloji veya siyası anlayışa sahip ülkelerle ticaret yapma, ekonomik olmayan sonuçlar da ortaya koymakta. Ülkelerin tedarik maliyetleri de mevcut 'jeopolitik parçalanma'dan olumsuz yönde etkilenmekte. Atlantik ülkelerinin önde gelen şirketlerinin üst yönetimleri mevcut gelişmelerden dolayı maliyetlerindeki artışları ve kar kayıplarını bizzat 'Washington Sendromu' olarak adlandırmaktalar.
Çünkü, ABD'nin başkentinde jeopolitik çatışma ve gerginlikleri daha da sert önlemlerle yönetmenin gerekli olduğuna inanan sivil ve askeri kanat ile, bu tür sert yöntemlerin ABD'nin ve Atlantik İttifakı'nın aleyhine bir küresel süreci derinleştirdiğini belirten sivil ve askeri kanat arasında, bu hafta sonuçlanacak ABD başkanlık seçimine de uzanan bir çatışma gözleniyor. Uluslararası iş dünyası ve ekonomi çevreleri bu tabloyu 'ABD kendi karşı' durumu (The United States vs Itself) olarak nitelendiriyor ve dünya ekonomisi ile küresel ticaret açısından önemli bir risk başlığı olarak tanımlıyorlar. Küresel ve bölgesel çatışmaların, gerginliklerin ve savaşların dünya ekonomisinde sebep olduğu GSYH kaybının, etkilenen ülkelerin satın alma gücü paritesi yöntemine göre dünya ekonomisindeki payları da dikkate alınarak 17,5 trilyon dolara ulaştığı hesap edilmekte. Bunun anlamı her bir dünya vatandaşı için 2 bin 200 dolarlık bir gelir kaybı.
2008'de bu tür gerginliklerden etkilenen ülke sayısı 58 iken, bugün 91 ülkenin küresel gerginliklerin bir parçası haline geldiğini görüyoruz ve bu durum gerek ülkeleri, gerekse de küresel ticaretin parçası olan milyonlarca şirketi de küresel gerginliklere karşı daha dayanıklı olmak adına fazladan tedbir, ek maliyet ve yatırımlar konusunda daha temkinli olmaya zorluyor. Ki, küresel ticaret ve yatırımlardaki zayıf seyir aynı zamanda dünya ekonomisinin büyüme performansını da olumsuz yönde etkilemekte. Küresel tedarik zincirinde hangi ülkelerle çalışacağın, kimlerle ortaklık kuracağın, ekonomik entegrasyonu hangi ülkelerle derinleştireceğin kimi ülkeler için derinleşen bir 'ulusal güvenlik' meselesine dönüşmüş durumda. Bu nedenle, gerek 2025, gerekse de takip eden yıllar için, enerji dönüşümü ve dijital dönüşüm teknolojilerinde, yapay zeka alanında ve kritik minerallerde ülkeler arası işbirliği süreçlerinin 'müttefiklik' anlayışına dayalı bir yeniden yapılanma sürecine odaklanacağını gözlemliyoruz.