Türkiye'nin bulunduğu coğrafya, Anadolu ve Trakya binlerce yıldır kıtalar arası üretim, ticaret ve lojistik ağı adına stratejik bir konuma sahip. Selçuklu İmparatorluğu'ndan Osmanlı İmparatorluğu ve Türkiye Cumhuriyeti'ne uzanan bin yıllık tarihimizde, Türklerin bu derece kadim ve stratejik öneme haiz bir bölgenin hakimi olması bir çok uygarlığı ve devleti her daim rahatsız etti ve bitmek tükenmek bilmeyen azmimizle, inancımızla, yurdumuza olan sevdamızla tüm savaş, operasyon, hainlik ve kumpasların üstesinden gelmeyi başardık. 40 yıldır, kimi başkentlere çöreklenmiş ulusüstü yapıların söz konusu başkentlerdeki aparatlarıyla laboratuvar ortamında ürettikleri her türlü terör yapısıyla azimle mücadelemizi sürdürüyor, aralıksız eziyoruz.
Türkiye'nin Avrasya'daki tartışılmaz gücü Ülkemizi küresel ölçekte bir 'oyun kurucu' ülke konumuna taşıdıkça, Türkiye savunma, enerji, ulaştırma, dijital ve lojistik ağlarında milli-yerli atılımları, yatırımları ve 'stratejik otonomi'ye dayalı başarılarıyla tarih yazmayı, dünyadaki jeopolitik dengeleri derinden etkilemeyi sürdürdükçe, uluslar üstü yapıların aparat olarak kullandığı terör örgütlerinin başarılarımızın mimarı olan kuruluşlarımıza olan saldırıları devam edecek. Milli İstihbarat, Milli Diplomasi ve Milli İletişim başarılarımızla terör örgütlerini inlerinde yok etmeyi ve coğrafyamızın bütününden silip atmayı derinleştirdikçe, Ülkemizin küresel ekonomi-politikteki yükselen konumu daha da derinleşecek.
21. Yüzyıl'ın bu dönemi küresel güç merkezleri arasında rekabetin ve Türkiye'nin de içinde yer aldığı E7 ülkelerinin yükselişinin hızlandığı, Küresel Güney ülkelerinin küresel ekonomi-politikteki ağırlığının arttığı bir dönem. Bu nedenle, küresel sistemdeki çok katmanlı rekabet, artık 'neoliberal' anlayışla yürütülebilecek bir dönem değil. Dünya siyasetinde iddiası olan her ülke 'güçlü devlet' modelinin gerekliliğinin farkında. 15 Temmuz hainliği, FETÖ gibi dünyanın en tehlikeli terör örgütlerinden birisinin 60 yıl adım adım Ülkemizin kılcal damarlarına kadar sızma girişimi, Türkiye Cumhuriyeti'nin 21. Yüzyıl'da küresel ölçekte 'Güçlü Devlet Olma' hedefine ve Avrasya'nın kaderini değiştirme gücüne indirilmeye teşebbüs edilen son darbe girişimiydi. Cumhurbaşkanımız Erdoğan'ın kararlı liderliği ve Halkımızın çelikten iradesi ile bu son hainliğin de üstesinden gelmeyi bildik.
1980'lerin ve Soğuk Savaş sonrası 1990'ların dünyasında belirli bir kesimin öne çıkardığı 'neoliberal' anlayış, pek çok ülkenin, bilhassa bugün Küresel Güney olarak tanımladığımız ülkelerin başını sıklıkla belaya soktu. Ne zaman ki, 2008 küresel finans kriziyle, söz konusu neoliberal anlayış G7 ekonomilerinin de başını belaya soktu; o zaman neoliberal modelin yanlışlıklarını, eksikliklerini dile getiren, aralarında Nobel ekonomi ödülü sahibi iktisatçıların da olduğu uzmanlar daha fazla dinlenir oldu. G7 ülkeleri 'neoliberal' dönemin sona erdiğini ancak 'Kovid-19' ve hızla tırmanan jeopolitik gerginliklerle kabullenmek durumunda kaldılar. Küresel düzenin yeniden inşası bir numaralı gündem maddesiyken ve küresel ekonomi-politik sistem yeniden yapılanma dönemindeyken, 'güçlü devlet modeli' ile üretim, teknoloji, enerji, lojistik ve savunma alanlarını milli ve yerli atılımlarla dönüştürebilen ülkelerin küresel ölçekte iddialı olabileceği yeni bir dönemin içindeyiz artık. Bu nedenle, 'Türkiye Yüzyılı' Vizyonu adına aralıksız çalışmayı sürdüreceğiz.