Stratejik Özerklik kavramı, başta Avrupa Birliği ve ABD, dünyanın önde gelen ekonomilerinin tümünün birincil öneme sahip gündem başlıkları arasında yer almakta. 'Küreselleşme 2.0.' Modeli üzerinden küresel neo-liberal çevrelerce pazarlanan ekonomi-politik anlayış, 2008 küresel finans krizinde birinci darbeyi, 'Kovid-19' küresel virüs salgınında ikinci darbeyi ve Rusya-Ukrayna Savaşı'nın sebep olduğu küresel ve bölgesel sonuçlara bağlı olarak nihai darbeyi aldı. Söz konusu anlayışla dünyaya pazarlanan 'aşırı liberal ticaret', 'aşırı bağımlı ekonomi'; detaylandırırsak, gıda ve enerjinin yanı sıra, makine, ilaç ve tıbbi malzeme, maden, metal gibi stratejik özelliği olan sanayi sektörlerinde 'aşırı bağımlılık' kavramının ne kadar ciddi risk oluşturduğunu, hatta tehdit oluşturabileceğini açık ve net bir şekilde gösterdi. Bu nedenle, ABD'nin 'Enflasyonu Düşürme Yasası' (IRA) ve AB'nin 'Yeşil Mutabakatı' (GD) özünde kritik sektörlerde, gıda ve enerjide 'bağımlılığı' azaltmayı, 'kendine yetebilme'yi özendirmeyi hedefliyor.
Stratejik Özerklik, tarım-gıda, enerji, savunma, ulaştırma-lojistik, madenmetal gibi stratejik ürün ve sektörlerde, alanlarda özerkliği önceliklendiriyor ise, bu hedefi gerçekleştirmenin yolu 'yeşil dönüşüm'e odaklanmaktan, güneş, rüzgar, hidro, jeo, bio gibi yenilenebilir enerji imkânlarına yoğunlaşmaktan, savunmada 'milli ve yerli' proje, silah, mühimmat ile 'caydırıcılık gücü'nü perçinlemekten; güçlü ticaret ağı için ulaştırma mobları ve liman kapasitesini katlamaktan, maden-metal alanındaki yatırımlara yönelik dezenformasyonları bertaraf etmekten geçiyor. Bunun yanı sıra, ekilebilir toprakları ve temiz su kaynaklarını korumak ve geliştirmek, 'sıfır atık' ve 'net-sıfır karbon' hedefine yönelik bir üretim ve tedarik sistemi oluşturmak da, 'döngüsel ekonomi'nin unsurlarını tam anlamıyla hayata geçirmek de bir o kadar önemli. Birleşmiş Milletler nezdinde bir 'Sıfır Atık Danışma Kurulu' oluşturulması, Sayın Emine Erdoğan'ın söz konusu Kurula başkanlık etmeleri, Türkiye'nin küresel ölçekte bu derece önemli bir projeye öncülük, liderlik etmesi paha biçilmez bir durum.
Türkiye'nin 'döngüsel ekonomi' çemberini oluşturması, tüm sektörlerde ve alanlarda 'sıfır atık' odaklı bir girdi- çıktı mekanizmasının oluşturulması, aynı zamanda Türkiye'nin enflasyonla mücadelesine de paha biçilmez bir katkı anlamına gelmekte. Küresel ölçekte 'döngüsel ekonomi'yi tam anlamıyla hayata geçirmek noktasında hangi ülkeler başarılı olurlar ise, 'stratejik özerklik' noktasında o ölçüde ciddi bir mesafe almayı da başarmış olacaklar. Bu noktada, döngüsel ekonomi için vazgeçilmez olan atık yönetimi ve atık teknolojileri de önümüzdeki dönemin en vazgeçilmez yatırım alanları ve meslek alanları olarak öne çıkmakta.
Türkiye'nin Azerbaycan, Güney Kore gibi birincil önceliğe sahip dost ve müttefik ülkelerle birlikte çalışacağı atık teknolojileri, bilhassa kullanılmış ürünlerden ve farklı madenlerden nadir toprak elementleri ve nadir metaller üretimi, tedariği yine en öncelikli araştırma-geliştirme ve yatırım alanı olacak. Bu noktada, ABD, AB, Japonya gibi önde gelen G7 ekonomilerinde döngüsel ekonomi odaklı ar-ge çalışmalarını ve yatırım alanlarını da iyi takip etmek gerekecek. Küresel ölçekte telaffuz edilen yatırım büyüklükleri G7 ekonomilerinden başlayarak 1.3 trilyon dolarlık bir döngüsel ekonomi yatırımının planlandığını gösteriyor. 35 trilyon dolarlık küresel özel sektör cirosu içerisinde döngüsel ekonomi yatırımları yüzde 2'ye, 700 milyar dolara ulaştı. 2023 beklentisi 800 milyar dolar. Türkiye 1 trilyon dolara yürüyen bu pazardan ciddi bir pay almalı.