Birleşmiş Milletler'in (BM) son yayınlanan Küresel Borç Raporu'nun başlığı 'Küresel refaha karşı büyüyen bir yük'. BM'nin değerlendirmesi dünya nüfusunun neredeyse yarısının, ezici bir borç krizinin körüklediği bir kalkınma felaketinin içine batmakta olduğu yönünde. 3,3 milyar insan eğitim ve sağlıktan çok daha fazla kaynağı borç ana ve faiz ödemelerine harcamak zorunda olan ülkelerde yaşıyor. Acıdır, bu sürdürülemez borçların çoğu yoksul ülkelerde yoğunlaştığı için, BM küresel mali sistemin kurumsal aktörlerinin ve kanaat önderlerinin konuya bilerek ve isteyerek sistemik bir risk olarak baktıklarına ve küresel finans sisteminin adeta bir 'serap'taymış gibi, kendini kandırdığına işaret ediyor. Küresel finans sistemindeki çarpıklık ile, küresel büyüme 2000'den bu yana 3 kat artarken, küresel kamu borcu 5 kat arttı; 17 trilyon dolardan 92 trilyon dolara geldi.
Oysa, varlığıyla, 3,3 milyar insan sistemik bir riskten çok daha fazlası. Bu nedenle, BM, küresel finans aktörlerinin 'utanç verici' bir 'sistemsel başarısızlık' içinde olduklarını vurguluyor. BM'nin raporundaki ifade çarpıcı: 'piyasalar henüz acı çekmiyor gibi görünebilir. Ama, insanlar çekiyor.' BM Raporu, 3,3 milyar insan için zamanın dolduğunu da gösteriyor. Küresel borcun ağırlığı, bilhassa gelişmekte olan ve az gelişmiş ekonomilerde kalkınmayı aşağı çektiğinden, mevcut borç yükü daha da ağır bir boyut kazanıyor. Afrika ülkeleri, ortalama olarak, borç servisi (ana para ve faiz) için ABD'den 4 kat ve en zengin Avrupa ülkelerinden 8 kat daha fazla ödeme yapıyor. Gelişmekte olan ülkelerin (GOÜ) neredeyse yüzde 40'ı olan 52 ülke ciddi bir borç sorunu ile boğuşuyor.
BM'ye göre, önemli sayıda ülkenin sürdürülemez faiz yükü ile boğuştuğu bu tablo, adeta 'sömürgeci dönem' güç dinamiklerini yansıtan, modası geçmiş küresel finansal sisteminde 'yerleşik eşitsizliğin' net bir sonucu. Gelişmekte olan ülkeler, durumu şiddetlendiren uluslararası bir finansal mimari ile uğraşıyorlar. Art arda gelen krizlerin sürdürülebilir kalkınma üzerindeki olumsuz etkisi ve artan borç yükü, gelişmekte olan ülkelerin teknolojiye erişimini de kısıtlayan bir sistem tarafından yoğunlaştırılmakta. Gelişmekte olan ülkeler kalkınmanın finansmanı adına, onları daha pahalı kaynaklardan borçlanmaya iten, artan, ekonomik güvenlik açıklarını arttıran ve borç krizlerini çözmeyi daha da zorlaştıran bir sisteme karşı ayakta durmaya çalışıyorlar. Söz konusu ülkeler, bilhassa yabancı alacaklılardan borçlanma ihtiyacı ile, dış şoklara da maruz kalmakta.
Gelişmekte olan ülkelerin toplam kamu borcu, 2010'da GSYH'nın yüzde 35'inden 2021'de yüzde 60'a yükseldi. Benzer şekilde, bir hükümetin borcunun yabancı alacaklılara olan kısmı olan dış kamu borcu, GSYH'nın yüzde 19'undan 2021'de GSYH'nın yüzde 29'una yükseldi. BM'nin raporu, borç servisi açısından gelişmekte olan ekonomiler için bir tehlikeye daha işaret ediyor. O da kamu toplam dış borcunun toplam ihracata oranının 2010'da yüzde 71 iken, 2021'de yüzde 112'ye yükselmiş olması. Bu tablo, GOÜ'leri dış şoklara karşı daha da savunmasız hale de getiriyor. Art arda gelen ekonomik krizler ve siyasi belirsizlikler, iklim değişimi, küresel virüs salgını gibi küresel tehditlerin sebep olduğu olumsuz etkiler, bilhassa son 10 yılda küresel kamu kamu borç eğiliminin keskin bir ivme kazanmasına sebep oldu. Gelişmekte olan ülkeler 92 trilyon dolarlık rekor kamu borcunun yaklaşık yüzde 30'undan sorumlular ve bu yüzde 30'un kabaca yüzde 70'i de Çin, Hindistan ve Brezilya'ya ait. Türkiye çok şükür ki, bu tablo içerisinde iyi durumda olan ülkeler arasında pozitif fark oluşturuyor.