İki 'siyah kuğu', küresel pandemi ve 'Savaş', küresel tedarik zincirinde süregelen sorunlar, önde gelen her ülkenin tarım ve gıdada 'kendine yetebilen' ülke olmasının ne kadar vazgeçilmez olduğunu bir kez daha gösterdi. Dünya ekonomisi ve küresel ticaretin 2008 küresel finans krizinden bu yana yaşadığı 14 yıllık çalkantı dönemi olmasa dahi, tarım ve gıda endüstrisi, 4 temel megatrend, 'sürdürülebilirlik', hiperdijitalleşme, mobilite ve iklim-dekarbonizasyon başlıklarına yönelik bir önemli dönüşümden geçiyor olacaktı. Küresel ölçekte 1 trilyon dolar değerindeki tarımsal ürün ve gıdanın israf olduğu bir dünyada, 'sıfır yoksulluk-sıfır açlık' hedefine ulaşmak için yukarıda sıraladığımız 4 megatrende yönelik olarak, tarım ve gıda endüstrisinin kendini yeniden yapılandırması ve dönüşmesi, bugünün öncelikli başlık ve sorunlarına rağmen, gündemdeki yerini koruyacak.
Yukarıda saydığım başlıklar ışığında iki temel alan öne çıkıyor. Birincisi, tarım ve gıda erz güvenliğinin bugün ve geleceği. 2 'siyah kuğu'nun gölgesinde, tarım ve gıda endüstrisi girdilerinin bugün ve geleceği, başta gübre ve enerji olmak üzere, üretimi doğrudan etkileyen girdilerin miktarı ve maliyetine, teminine yönelik her yeni gelişme, her yeni zorluk ve iyileşme arzı doğrudan etkiliyor ve etkileyecek. Bu nedenle, üretim girdilerine yönelik, özellikle maliyet boyutunda sürdürülebilir çözümler üretmek kritik önemde. Bu noktada, tarım ve gıda endüstrisinin finansmanına ve kamu desteklerine yönelik yeni yaklaşımlar, yeni modeller oluşturmak da arz güvenliği açısından önemli bir role işaret ediyor. İklim değişikliğinin ana ve artçı etkilerine yönelik daha dayanıklı, daha az girdiyle daha fazla verim sağlayan tarım ürünlerine yönelik ar-ge ve inovasyon bir o kadar önemli. Bunun yanı sıra, tarım ve gıda endüstrisinde yazılım ve donanım boyutunda, yeni üretim teknolojileri geliştirmek arz güvenliğini olumlu yönde etkileyecek diğer sacayakları, hiç kuşkusuz.
Tarım ve gıda endüstrisinin bugün ve geleceği dediğimizde, işin bir de tüketici davranışları ve talep boyutu var. Her şeyden önce, 2030 yılına kadar 1.7 milyar daha artararak, 5.3 milyara ulaşacak olan yükselen 'yeni orta sınıf', endüstrinin geleceği ve sürdürülebilirliği açısından en kritik teminat. Bununla birlikte, artan bir tempoyla, iklim değişikliğinin kalıcı sonuçlarına yönelik duyarlılığa bağlı olarak, değişmesi kaçınılmaz tüketim alışkanlıklarından ve eğilimlerinden söz ediyoruz. Nitekim, tarım ve gıda endüstrisinde üretim, paketleme, pazarlama ve satış kurallarına yönelik yeni uluslararası yaklaşımlar ve düzenlemeler, yerel düzeyde yeni yasal mevzuat da, hiç şüphesiz endüstrinin aktörleri üzerinde etkili olacak. Son ifade ettiğim husus, küresel düzeydeki açlık sorununun ortadan kaldırılması adına, 1 trilyon dolara ulaşan tarım ve gıda israfının önüne geçecek her inovatif yaklaşım icin de geçerli.
Türkiye, tüm küresel zorlukların ve arayışların ortasında, bilhassa Atlantik ülkelerinin ihtiyaçlarını daha yakın coğrafyalardan temin etme eğilimlerini hızlandırdıkları bir dönemde, güçlü bir üretici ve tedarikçi ülke olarak, önemli bir ihracat oyuncusu olarak öne çıkıyor. Bugün, 50 milyar dolara yakın üretime imza atan endüstrinin, 5 yıl içerisinde 70 milyar doları aşması ve 2030'u aşarken de 100 milyar dolar üretim hacmine ulaşması, iç piyasayı 'kendine yetebilen bir ülke' olarak beslerken, Türkiye'nin 50 milyar dolarlık bir tarım-gıda ihracatı hacmine ulaşabilmesi anlamına da gelecek. Bu nedenle, 21. Yüzyıl'ın yükselen kıtası Afrika ve Asya'ya yönelik nasıl bir ihracat stratejisi oluşturmalıyız, hangi ürünler öne çıkacak, Türkiye olarak hangi ürünleri daha fazla üretmeliyiz; bu başlıkların da planlamasını yapacağız.