Öncelikle, bir hususu baştan belirtmekte yarar görürüm. Ekonomi politikaları dünya ve ülke ekonomisinin içinde bulunduğu durumdan, temel gerçekleri göz ardı ederek, makro ekonomik koşullardan bağımsız olarak tasarlanmaz; daha doğrusu tasarlanamaz. Bu konuda ısrar, ülke ekonomisi açısından da, dünya ekonomisi açısından da daha ağır bedelleri ve zorlukları beraberinde getirir. Dünya ekonomisinde 'karşılıklı bağımlılık' (interdependency) kavramına yönelik ciddi tartışmaların içerisinden geçiyoruz. 1990'lı yılların ikinci yarısından itibaren, o dönemde IMF ve OECD gibi önde gelen uluslararası ekonomik teşkilatların, çeşitli uluslararası düşünce kuruluşları ve platformların hararetle savundukları 'küreselleşme 2.0', ülkeler arasında mal ve hizmet üretimine, tüketimine yönelik bir küresel tedarik zinciri bağımlılığı ve küresel finans sistemi bağımlılığı doğurdu.
Bugün, küresel tedarik zincirinde, Çin ve Asya'ya bu ölçüde bağımlılığın Atlantik ülkeleri tarafından derinlemesine sorgulandığı, uluslararası finans sistemindeki karşılıklı bağımlılığın derinlemesine tartışıldığı bir süreçten geçiyoruz. Bu sorgulama, zaten 2008 küresel finans krizi ile başlamıştı. Küresel pandemi, 'Kovid- 19' krizi, bu sorgulamayı hem daha da hızlandırdı, hem de daha derinleştirdi. Karışılıklı bağımlılık bu düzeye ulaşmış iken, ABD Merkez Bankası'nın (FED) enflasyonu 'Amerikan ekonomisini hızla soğutarak' düşürmek adına ivmelendirdiği sıkılaştırıcı para politikası tedbirlerinin, sadece ABD ekonomisini değil, dünya ekonomisini ciddi bir resesyona, hatta stagflasyona sürüklediğine dair endişe ve tepkiler de giderek yoğunlaşıyor. Birleşmiş Milletler Ticaret ve Kalkınma Konferansı'nın (UNCTAD) son raporu bu duruma iyi bir örnek.
UNCTAD, FED ve Avrupa Merkez Bankası (ECB) gibi gelişmiş ülkele merkez bankalarının faizleri artırmaya devam etmesinin küresel ekonomiyi resesyona ve ardından uzun süreli durgunluğa itme riski taşıdığına işaret ediyor. UNCTAD raporunda, ciddi bir resesyon yaratmadan daha yüksek faiz oranlarıyla fiyatları aşağı çekebilmeye yönelik herhangi bir düşünce veya yaklaşımı 'ihtiyatsız bir kumar' olarak ifade etmekte. UNCTAD'a göre FED'in tetiklediği sıkılaştırılmış para politikasına yönelik tercih ve ısrar, zaten Kovid-19'un ana ve artçı şoklarıyla boğuşan dünya ekonomisi için 'yumuşak iniş' ihtimalini hızla sıfırlıyor. UNCTAD reel ücretlerin düştüğü, mali sıkılaşmanın, finansal çalkantıların ve çok taraflı destek ve koordinasyonun yetersiz olduğu bir dönemde aşırı parasal sıkılaşmanın birçok gelişmekte olan ülke ve kimi gelişmiş ülkelerde durgunluk ve ekonomik istikrarsızlık dönemi başlatabileceği uyarısını önceliklendirirken, FED'in olası faiz artışlarının Çin hariç gelişmekte olan ülkeler için milli gelirde 360 milyar dolarlık azalmaya ve ileride daha fazla soruna neden olabileceğini hatırlatıyor.
Raporda, gelişmiş ülkelere mali politikalarını bu doğrultuda yeniden gözden geçirme çağrısında bulunan UNCTAD gibi, bilhassa gelişmiş ülkelerde hükümetlerin maliye politikalarının para politikası sıkılaşmasıyla tutarlı olması halinde ancak küresel resesyonun önlenebileceğine dikkati çeken Uluslararası Para Fonu (IMF), bununla birlikte, mevcut tablo ışığında, bilhassa 2023'de resesyona girecek ülkelerin olabileceğini hatırlatıyor. IMF Başkanı Georgieva, yukarıda belirttiğimiz tespitler ışığında, FED'e politikalarında son derece ihtiyatlı ve dünyanın geri kalanı üzerindeki etkisine karşı dikkatli olma çağrısında bulunarak, FED'in sorumluluğunun 'çok yüksek' olduğunu ifade etmekte. UNCTAD ve IMF ba kadar ciddi uyarı ve çağrıda bulunurken, salt neoliberal ortodoks politikaları ve salt sıkılaştırılmış para politikası tedbirlerini ısrarla savunan iktisatçılara duyurulur.